two lost souls swimming in a fish bowl

kalmadı mı gerçekten? gözlerim açıkken arka arkaya dizecek üç güzel kelime kalmadı mı? bu kadar mı alıştım ticari konuşmaya; bu kadar mı kanıksadı parmaklarım hedefe giden yazılar yazmayı? kendimle birleşip sadece ve temizce kelimelere boşalmayı bu denli mi çabuk unuttum?

ama nasıl çabuk olsun ki. altı yıldır ileriye doğru atıyorum kelimelerimi. geride kalan kimse yok. cümlelerin başında büyük harfler var, içerideki tüm kelimeler küçük. altı yıldır bu cürümde kimse güzel kelimeler kullanmıyor artık. altı yıldır bu parmaklar alfabenin büyük harflerine dokunmuyor. bir imge oluşturmak dert değil uzun süredir.

kendini kaybedip yazmak vardı eskiden. bir yerlerde hâlâ gizli mi bilmiyorum. bir yurt odasında, yavaş yavaş tanımaya başladığın bir ailenin yanında, parmaklarının çok iyi tanıdığı laptop klavyelerine amansızca dökülmek vardı. çok güzel kelimem yoktu o zamanlar. şimdiki gibi bir karalılıka "müzakere" diyemiyordum örneğin. ama aynı müzik dönüyordu arkada. sıkılmadan aynı müziği dinleyip, yaşattığı hisleri kelimelere dökebiliyordum. ve bazen güzel oluyordu o kelimeler. bazen sedaları hoş akıyordu insanın kulağından. bazen insan içinde durmak istiyordu o hissin.

bu vardı. ama bu bünye de bundan boşuna kaçmadı. yazıyı romantize etmek, bir vaftize çevirmek; arkasına ağır anlamlar yüklemek güzeldi. ama sadece bu üç metrekare içinde güzeldi. çünkü gözlerin kapalı yazıyordun o yazıları. okuyanlar seni göremiyorlardı.

çok farklı yerlerde oldum yazılarımla. çok şey yaşadım kelimeler üzerinde. onlar beni cesur yaptılar. fikir önderi oldum. nefret objesi. arabulucuydum bazen. bazen de yozluğun temsili. yazmak beni hayatımda çok yere götürdü. çok yerde uyudum kelimelerim beni bıraktıktan sonra. vücuduma bu yüzden kelimeler kazıdım. çünkü kelimeler benim tesellimdi her zaman. telafimdi. benim dayanağım, bastonumdu. anlattı beni kelimeler. tanımladı, yıkadı, akladı. kelimeler kurtardı beni çoğu zaman. bana bir hayat verdi.

ama ben kelimelerin şartlarında oynamıyorum bu hayatı. rüzgar kelimelerin baktığı yöne esmiyor. bu bana ait. benim kontrolümde. kelimeler oradalar, çünkü onları oraya ben diziyorum; bunun farkında olsam da, olmasam da. evet, bir ahenk var. bir ritm var kendini kaybedip oluşturman gereken. bir kuyu var içine düşmenin elzem olduğu. o kuyu var. ama bir yandan, yaş gelince de fark ediyor ki insan, o kuyuya kontrollü düşmek de çok anlamlı.

ahenk yaratacak, kelime maskeleyecek, anlam ekecek olan şey hissiyat değil; hazne ve ehliyet. biri doldukça şahlanır zaten. öbürü de altı yılda bir yere kaybolmadı elbet...

Yorumlar

Popüler Yayınlar