never let me go, never
tam da bilmiyorsun neyin yanlış olduğunu. içinde eski günlerden kalma bir his var, ama o eski günler kadar çevik değil artık parmakların. kendini oturup da boşluğun içine bırakamıyorsun rahatlıkla. etrafında daha fazla kişi olduğundan değil, sen daha az olduğundan da değil. bu dikine bir yükseliş ya da düşüş değil. bu yatay bir geçiş. bir şeydin. başka bir şeysin artık.
o kadar fazla şeydin ki bu iki şey arasında; bazen çetelesini tutamıyormuş gibi hissediyorsun. evet, insan büyüdükçe kendine benziyor, evet; ama hangi kendine, hangi bedene, hangi benliğe? hatırlıyor musun hepsini? yan yana koysak, tanıştırsak birbirleriyle; yurt odasında iki büklüm masanın altında oturup karanlığa kaybolmak isteyen senle bir sabah kendini adriyatik'in ortasında bulan sen aynı müziği dinliyorsunuz belki hâlâ. ama anlaşır mısınız?
onun bulduğunu sen kaybetmiş olabilir misin?
onun unuttuğu senin hatırında olabilir mi?
büyümenin bir parçası mı bu?
şarkılar bazı an ve anılara sahip çıkıyorlar. evet koku, evet doku; ama her şeyden önce şarkılar. bazı şarkılar dört kolla sarılıyorlar belirli dakikalara, o dakikaların eşi ve eşlikçisi oluyorlar. bunu hissettiğim an bırakıyorum şarkıyı dinlemeyi. o ana kilitliyorum, o anla özdeşleştiriyorum. başka bir ana bulaşamayacak kadar yalnız bırakıyorum o anın başucunda. en nihayetinde vakit geçiyor, ben şarkıyı o ana hapsettiğimi unutuyorum. sonra bir köşeyi dönerken kulaklığında rastgele akan müzik bir anda farklı bir istikamete gitmemiz gerektiğine kanaat getiriyor. açıyor o eski şarkıyı. koyuyor önüne. an ve anı şelale gibi boşalıyor saçının tepesinden parmak uçlarına kadar. ne hissettiysen hissediyorsun. kimsen o oluyorsun tekrar.
her şeyden şüphe ediyorum.
güzel şeyler başıma geliyor ve güzel şeyleri başka insanların başına getiriyorum, önayak oluyorum. insanların hayatlarına dokunuyor, onların hayatlarını güzelleştiriyorum. ömrümde bundan başka hiçbir şey istemedim ve bu ayrıcalığı bir saniye bile garanti görmüyorum. güzel insanlarla tanışıyor ve güzel insanlara kendilerini güzel hissettiriyorum.
ancak git gide artan bir huzursuzluk var. her şeyden şüphe ediyorum. mutluluklar uzun süre durmuyorlar tenimin üstünde. bir kayganlık var. bana değen hiçbir şey yapışmıyor.
güzel yerler görüyorum. güzel anılar biriktiriyorum. sonra bir film repliği geliyor aklıma; bütün bu anılar, diyor replik, kaybolup gidecekler. yağmurdaki gözyaşları gibi. o filmi yıllardır izlemedim. repliği de doğru hatırladığımdan emin değilim. temeli doğru elbette. bunların hepsi uçup gidecek bir noktada. durdurmanın tek bir yolu var. bütün bunları engellemenin tek bir yöntemi var.
anlatmak. öyle alelade değil. bakkala sipariş anlatır gibi değil. güzel anlatmak. güzel kelimelerle, doğru noktalama işaretleriyle, esleri uygun yerde vererek, seyircini ve dinleyicini ve okuyucunu işin içine dahil ederek; ama ona tahakküm kurarak bir yandan da, bir mikrofon kadar kontrol ele geçirip sıkboğaz etmeyecek kadar özgürlük bırakarak. ölümsüzlüğün tek gerçek ve geçerli yöntemi iyi hikaye anlatmak.
çünkü bütün bu anıların yağmurdaki gözyaşları gibi yitip gideceğini söyleyen adam haklı. ancak ben filmi izleyeli on yıl oldu. bu kelime dizisini hâlâ hatırlıyorum. yağmur yağdı bu on yıl boyunca. fırtına çıktı, kasırgalar kavruldu beynimin içinde. bir yerde olan alınıp öteki yere konuldu ve boşluklar doldu, bağlantılar uzatıldı, yalnız kısımlar başka yerlerle eşlendi ve öteki olan benimleşti bir anda. bu replik orada durdu öyle. ihtiyacım olduğu zaman tekrar çıktı dip ve karanlık dehlizlerden. şimdi size anlattım. güzel anlattım. güzel kelimelerle. doğru noktalama işaretleriyle. bu cümle sizde artık.
siz, ya da sen, her kimsen. önemli değil.
önemli olan tek şey bir şeyleri iyi anlatabiliyor olmak.
o kadar fazla şeydin ki bu iki şey arasında; bazen çetelesini tutamıyormuş gibi hissediyorsun. evet, insan büyüdükçe kendine benziyor, evet; ama hangi kendine, hangi bedene, hangi benliğe? hatırlıyor musun hepsini? yan yana koysak, tanıştırsak birbirleriyle; yurt odasında iki büklüm masanın altında oturup karanlığa kaybolmak isteyen senle bir sabah kendini adriyatik'in ortasında bulan sen aynı müziği dinliyorsunuz belki hâlâ. ama anlaşır mısınız?
onun bulduğunu sen kaybetmiş olabilir misin?
onun unuttuğu senin hatırında olabilir mi?
büyümenin bir parçası mı bu?
şarkılar bazı an ve anılara sahip çıkıyorlar. evet koku, evet doku; ama her şeyden önce şarkılar. bazı şarkılar dört kolla sarılıyorlar belirli dakikalara, o dakikaların eşi ve eşlikçisi oluyorlar. bunu hissettiğim an bırakıyorum şarkıyı dinlemeyi. o ana kilitliyorum, o anla özdeşleştiriyorum. başka bir ana bulaşamayacak kadar yalnız bırakıyorum o anın başucunda. en nihayetinde vakit geçiyor, ben şarkıyı o ana hapsettiğimi unutuyorum. sonra bir köşeyi dönerken kulaklığında rastgele akan müzik bir anda farklı bir istikamete gitmemiz gerektiğine kanaat getiriyor. açıyor o eski şarkıyı. koyuyor önüne. an ve anı şelale gibi boşalıyor saçının tepesinden parmak uçlarına kadar. ne hissettiysen hissediyorsun. kimsen o oluyorsun tekrar.
her şeyden şüphe ediyorum.
güzel şeyler başıma geliyor ve güzel şeyleri başka insanların başına getiriyorum, önayak oluyorum. insanların hayatlarına dokunuyor, onların hayatlarını güzelleştiriyorum. ömrümde bundan başka hiçbir şey istemedim ve bu ayrıcalığı bir saniye bile garanti görmüyorum. güzel insanlarla tanışıyor ve güzel insanlara kendilerini güzel hissettiriyorum.
ancak git gide artan bir huzursuzluk var. her şeyden şüphe ediyorum. mutluluklar uzun süre durmuyorlar tenimin üstünde. bir kayganlık var. bana değen hiçbir şey yapışmıyor.
güzel yerler görüyorum. güzel anılar biriktiriyorum. sonra bir film repliği geliyor aklıma; bütün bu anılar, diyor replik, kaybolup gidecekler. yağmurdaki gözyaşları gibi. o filmi yıllardır izlemedim. repliği de doğru hatırladığımdan emin değilim. temeli doğru elbette. bunların hepsi uçup gidecek bir noktada. durdurmanın tek bir yolu var. bütün bunları engellemenin tek bir yöntemi var.
anlatmak. öyle alelade değil. bakkala sipariş anlatır gibi değil. güzel anlatmak. güzel kelimelerle, doğru noktalama işaretleriyle, esleri uygun yerde vererek, seyircini ve dinleyicini ve okuyucunu işin içine dahil ederek; ama ona tahakküm kurarak bir yandan da, bir mikrofon kadar kontrol ele geçirip sıkboğaz etmeyecek kadar özgürlük bırakarak. ölümsüzlüğün tek gerçek ve geçerli yöntemi iyi hikaye anlatmak.
çünkü bütün bu anıların yağmurdaki gözyaşları gibi yitip gideceğini söyleyen adam haklı. ancak ben filmi izleyeli on yıl oldu. bu kelime dizisini hâlâ hatırlıyorum. yağmur yağdı bu on yıl boyunca. fırtına çıktı, kasırgalar kavruldu beynimin içinde. bir yerde olan alınıp öteki yere konuldu ve boşluklar doldu, bağlantılar uzatıldı, yalnız kısımlar başka yerlerle eşlendi ve öteki olan benimleşti bir anda. bu replik orada durdu öyle. ihtiyacım olduğu zaman tekrar çıktı dip ve karanlık dehlizlerden. şimdi size anlattım. güzel anlattım. güzel kelimelerle. doğru noktalama işaretleriyle. bu cümle sizde artık.
siz, ya da sen, her kimsen. önemli değil.
önemli olan tek şey bir şeyleri iyi anlatabiliyor olmak.
Yorumlar