her şeyi al. bana beni geri ver, bir şansım olsun
ne saçma ya.
bazı sabahlar biliyorsun bir çukurun içinde uyandığını. tepede bir ışık varsa da karanlığa çoktan gömülmüş. kafanı kaldırıyorsun ama daha yukarıda hissetmiyorsun hiçbir zaman. ilerliyorsun ama ayağının altındaki toprağı göremiyorsun, bilmiyorsun attığın adım geri mi sekmiş yoksa yerinde mi duruyor her şey. kıpırdayan sen miydin, yoksa diğer her şey bir adım geri mi gitti sadece?
kafamın içinde bir radyo yayını var gibi. bu radyo yayınının sesi kısık bazen, çok kısık, ama kapalı değil. ben duymuyorum ama var duyanlar, duyanlar bana anlatır, anlattıkları da kalındır, kapalıdır, müzakere edilmez. alır ve oturursun yerine. sadece içinde çöker kalırsın, bakmadan anlarsın, anlamadan içselleştirirsin, içselleştirdiğinde çok geçtir artık. o radyo yayını ne çaldıysa öyle gidersin bir müddet. bazen güzel müzikler üfler ruhuna. ayağa kalkar dans edersin. bazen üzer seni. üzülürsün.
geriye dönüp bakıyorum yaşadıklarıma. onlarca hayat var. onlarca hayat, uç uca, birini öbürüne koysan tam tutmaz, öbürünü ötekinden kaldırsan yeri dolmaz. onlarca hayat, başlayıp, devam edip, sonlanıyorlar peş peşe. birinde üzerimde lise üniforması, tahta bir sıraya sosyalist bir şiir kazıyan sınıf arkadaşımın yanındayım. bir diğerinde avrupa'nın muhtelif bir şehrinde fotoğraf çektirmişim elimde pet şişe. aklımda o şiir var yine, aklıma geliyor, altına yazıyorum fotoğrafın. çünkü hakikaten, krallar mı taşıdı o koca koca taşları?
bir hayat var mesela, sıcak bir çöl güneşinin altında bir video dükkanından çıkmış eve yürüyorum. seviyorum yürümeyi ben. indiğim yerle varacağım yerin arası dümdüz yokuş, bir baksan öteki tarafta bir şey yok. yürüyorum, yol değişiyor, hava ıslanıyor, soğuyor, kuruyor, bir sahil şeridi, bir nehrin kıyısında, üzerimde kalın kara bir palto, üşümemek için kendi kendime "öldürmüyorsa asabını bozuyordur" diyorum. yol bitmiyor, devam ediyorum, başka bir hayatta cinnah yokuşu'nu iniyorum üzerimde yırtık tişörtüm ve fazla kilolarım, çağdaş'ı dinliyorum, bir şeyler anlatıyorum. yolun sonunda bir deniz var, bir denizin kıyısı, ıslak saçlar, kuru kuru laflar. yolun sonu hep deniz diyorum kendi kendime, ne anlama geldiğini bilmiyorum bile.
kaç rakı koydum kendi önüme bilmiyorum. bir seferinde ankara'da, bir evde, açık turuncu renkte bir ahşap bilgisayar masasına. bir seferinde osmanbey'de, günhan eve gelmek üzere, beyaz bir masanın üstünde. bir seferinde yemek masasına en nihayetinde, ama yemek masası değil onun vasfı, yalnızlığı unutturmak için orada o. yalnızlık, zaten, esas mesele. yalnızdım o rakıları içtiğimde, bambaşka sebeplerle, bambaşka şekil ve biçimlerde. yalnızım. konuşmamız gereken en önemli konu bu kelimenin içinde.
bir kız var, kafasını kaldırıyor, bana bakıyor, senden çok hoşlanıyorum, diyor. ben de, diyorum. ama çok, çok diyor. geveliyorum. çok, çok, çok diyor üç kere. içime kaçıyor dilim, nefesim. o kızla bir daha görüşmüyorum.
bir kız var, gel diyorum, benimle gel. gidelim, gitmeyi de hiç bırakmayalım. duralım, ancak gitmeye devam edecek kadar duralım. başka bir yere gidip çivi çakıyor.
bir kız var, ben, diyorum, şu saatte, diyorum, bir trene bineceğim, diyorum, bir uluslararası trene. bekliyorum, diyorum. başka bir trene biniyor. ben yoluma gidiyorum.
kızlar, kadınlar var. alakalı alakasız. sıkılıyorum, üşeniyorum, yoruluyorum, kovalamak istemiyorum, kovalandığımda tedirgin oluyorum, yalnız kalmak istiyor ama yalnız kalmaktan korkuyorum, tahammülüm kalmadığında bana merhamet edilsin istiyorum ama biliyorum, verdiğin kadarını alıyorsun dünyadan. durup durup yansımama bakıyorum. yansımasına bakan bir adam oluyorum böylece. artık yansımama bakmak istemiyorum.
dönüp baktığımda yaşadıklarım bir perdenin altında gibi geliyor, bir boğukluk var. başkası değil, ben, ama benden başka herkese benziyor. insan, diyor şair, büyüdükçe kendine benziyor. bu doğru, ama ben de diyorum ki işte, insanın bazen kendini fena benzetesi geliyor.
yani oluyor öyle şeyler. gidiyor, geliyor, duruyor. insan baştan başlamak istiyor, serde var. baştan başlaya başlaya kaybettiklerinin hesabını kimse vermiyor. taşımak zor, yakınmak kolay, yanlış bir yerde pes etmek de var. çözüm belki yarın, belki yarından da yakın, belki içeride sıkışmış kalmış gazı atacağız dışarıya, belki de yeni sıvı basacağız organizmaya.
belki de paraşütü açmadan kaybedeceğiz bir yerde. bilmiyorum gerçekten. upuzun bir yolu yürüyüp, ıslıkla bir türkü tutturup, renksiz bir masaya elimde bir kadeh rakıyla varasım var. hayırlısı.
bazı sabahlar biliyorsun bir çukurun içinde uyandığını. tepede bir ışık varsa da karanlığa çoktan gömülmüş. kafanı kaldırıyorsun ama daha yukarıda hissetmiyorsun hiçbir zaman. ilerliyorsun ama ayağının altındaki toprağı göremiyorsun, bilmiyorsun attığın adım geri mi sekmiş yoksa yerinde mi duruyor her şey. kıpırdayan sen miydin, yoksa diğer her şey bir adım geri mi gitti sadece?
kafamın içinde bir radyo yayını var gibi. bu radyo yayınının sesi kısık bazen, çok kısık, ama kapalı değil. ben duymuyorum ama var duyanlar, duyanlar bana anlatır, anlattıkları da kalındır, kapalıdır, müzakere edilmez. alır ve oturursun yerine. sadece içinde çöker kalırsın, bakmadan anlarsın, anlamadan içselleştirirsin, içselleştirdiğinde çok geçtir artık. o radyo yayını ne çaldıysa öyle gidersin bir müddet. bazen güzel müzikler üfler ruhuna. ayağa kalkar dans edersin. bazen üzer seni. üzülürsün.
geriye dönüp bakıyorum yaşadıklarıma. onlarca hayat var. onlarca hayat, uç uca, birini öbürüne koysan tam tutmaz, öbürünü ötekinden kaldırsan yeri dolmaz. onlarca hayat, başlayıp, devam edip, sonlanıyorlar peş peşe. birinde üzerimde lise üniforması, tahta bir sıraya sosyalist bir şiir kazıyan sınıf arkadaşımın yanındayım. bir diğerinde avrupa'nın muhtelif bir şehrinde fotoğraf çektirmişim elimde pet şişe. aklımda o şiir var yine, aklıma geliyor, altına yazıyorum fotoğrafın. çünkü hakikaten, krallar mı taşıdı o koca koca taşları?
bir hayat var mesela, sıcak bir çöl güneşinin altında bir video dükkanından çıkmış eve yürüyorum. seviyorum yürümeyi ben. indiğim yerle varacağım yerin arası dümdüz yokuş, bir baksan öteki tarafta bir şey yok. yürüyorum, yol değişiyor, hava ıslanıyor, soğuyor, kuruyor, bir sahil şeridi, bir nehrin kıyısında, üzerimde kalın kara bir palto, üşümemek için kendi kendime "öldürmüyorsa asabını bozuyordur" diyorum. yol bitmiyor, devam ediyorum, başka bir hayatta cinnah yokuşu'nu iniyorum üzerimde yırtık tişörtüm ve fazla kilolarım, çağdaş'ı dinliyorum, bir şeyler anlatıyorum. yolun sonunda bir deniz var, bir denizin kıyısı, ıslak saçlar, kuru kuru laflar. yolun sonu hep deniz diyorum kendi kendime, ne anlama geldiğini bilmiyorum bile.
kaç rakı koydum kendi önüme bilmiyorum. bir seferinde ankara'da, bir evde, açık turuncu renkte bir ahşap bilgisayar masasına. bir seferinde osmanbey'de, günhan eve gelmek üzere, beyaz bir masanın üstünde. bir seferinde yemek masasına en nihayetinde, ama yemek masası değil onun vasfı, yalnızlığı unutturmak için orada o. yalnızlık, zaten, esas mesele. yalnızdım o rakıları içtiğimde, bambaşka sebeplerle, bambaşka şekil ve biçimlerde. yalnızım. konuşmamız gereken en önemli konu bu kelimenin içinde.
bir kız var, kafasını kaldırıyor, bana bakıyor, senden çok hoşlanıyorum, diyor. ben de, diyorum. ama çok, çok diyor. geveliyorum. çok, çok, çok diyor üç kere. içime kaçıyor dilim, nefesim. o kızla bir daha görüşmüyorum.
bir kız var, gel diyorum, benimle gel. gidelim, gitmeyi de hiç bırakmayalım. duralım, ancak gitmeye devam edecek kadar duralım. başka bir yere gidip çivi çakıyor.
bir kız var, ben, diyorum, şu saatte, diyorum, bir trene bineceğim, diyorum, bir uluslararası trene. bekliyorum, diyorum. başka bir trene biniyor. ben yoluma gidiyorum.
kızlar, kadınlar var. alakalı alakasız. sıkılıyorum, üşeniyorum, yoruluyorum, kovalamak istemiyorum, kovalandığımda tedirgin oluyorum, yalnız kalmak istiyor ama yalnız kalmaktan korkuyorum, tahammülüm kalmadığında bana merhamet edilsin istiyorum ama biliyorum, verdiğin kadarını alıyorsun dünyadan. durup durup yansımama bakıyorum. yansımasına bakan bir adam oluyorum böylece. artık yansımama bakmak istemiyorum.
dönüp baktığımda yaşadıklarım bir perdenin altında gibi geliyor, bir boğukluk var. başkası değil, ben, ama benden başka herkese benziyor. insan, diyor şair, büyüdükçe kendine benziyor. bu doğru, ama ben de diyorum ki işte, insanın bazen kendini fena benzetesi geliyor.
yani oluyor öyle şeyler. gidiyor, geliyor, duruyor. insan baştan başlamak istiyor, serde var. baştan başlaya başlaya kaybettiklerinin hesabını kimse vermiyor. taşımak zor, yakınmak kolay, yanlış bir yerde pes etmek de var. çözüm belki yarın, belki yarından da yakın, belki içeride sıkışmış kalmış gazı atacağız dışarıya, belki de yeni sıvı basacağız organizmaya.
belki de paraşütü açmadan kaybedeceğiz bir yerde. bilmiyorum gerçekten. upuzun bir yolu yürüyüp, ıslıkla bir türkü tutturup, renksiz bir masaya elimde bir kadeh rakıyla varasım var. hayırlısı.
Yorumlar