ben can nedir şimdi bildim
mesele soyunabilmek.
mesele bu. tümüyle ve boyuyla bu. hayatı yaşamayı öğrenmek konuşmayı öğrenmekle başlıyor. konuştukça kayıt tutabiliyor, kayıt paylaşabiliyor insan. sonra okumayı öğretiyorlar, yazmak sökülüyor. kayıtlar öğreniliyor, öğretiliyor. kayıtlar bir noktadan sonra kolayda duruyorlar. sırtımıza alıyoruz bu kayıtları, göğsümüze seriyoruz, bacaklarımız ağırlaşıyor kayıtların yüküyle, ayaklarımız kaplanıyor. en son gözlerimizin önüne geliyor öğrendik ve öğrettiklerimiz.
oysa ki insanın, hem en kalpten konuşanın, hem en zalim olanın içinde farklı kelimeler var. unutuyoruz, unuttuğumuzu da fark etmez oluyoruz bir müddet sonra. unutulanın yerini öğrenilmiş olan dolduruyor. ayanda pişmesi gereken şey pinhana mahkum ediliyor. ifade edilemeyenlerin yerini yanlış anlatılmış olanlar alıyor. sanat dediğine de böylece ihtiyaç duyuyor insan.
mesele sadece soyunabilmek. eniyle ve sapıyla bu.
affa lüzum bırakmaksızın soyunabilmek bir erdem. ömür boyu ulaşılabilecek ve adına erdem denilebilecek diğer her şeyi sönük bırakacak kadar parlak ve keskin bir erdem; bir erdem ki bir eylem var merkezinde, bu eylem imkansız, anlatılması olanaksız, gücü dayanaksız, aydınlığı kararsız. bu eylem tek bir eylem de değil üstelik, bir hedef değil, bir kupası yok, kulakları duymuyor, gözü kör, kalbi sürekli atmıyor. ya buluyorsun, ya buluyorsun bu eylemi. bulduğunu anlamak özen gerektiriyor. özeninin özel olmadığının idrakını gerektiriyor. soyunduğunda ve çıplak ayna karşısına geçtiğinde gördüğün şeyin diğer herkes kadar diğer hiçbir şeye benzemediğini anlamanı emrediyor.
birbirine değen, çarpışan, seven ve ayrılan yüz milyarlarca toz tanesinden bir tanesisin; her toz tanesi kadar söyleyeceklerin var, her toz tanesi kadar önemli olduğunu düşünüyorsun. günün sonunda sen de diğer herkes gibi uykuya dalıyorsun, uykuda diğer kimsenin görmediği rüyaları görüyorsun. her sabah kırgın uyanıyor, her akşam dargın uyuyorsun; kırıldığın ve darıldığın nehirlerin birleştikleri yerde bir delta duruyor. o deltadan kafanı kaldırıyorsun ufka doğru. ufuk sana geri bakmıyor. bunu biliyorsun.
ufuk sana geri bakmaz çünkü. asla bakmaz. ağırlıklarına aldırmaz. olur da ufuk çizgisine koşar, ters döner, eski durduğun yere bakarsan da göreceğin şey bir çizgidir.
bu yüzden mesele soyunabilmektir.
çırılçıplak, baldırlarındaki kan sofraya dökülene kadar soyunacaksın hayat karşına dikildiği zaman. ne varsa üstünde atacak ve yere çökeceksin. tüm kayıtlar dökülecek cebinden. pinhan tükenecek. ayanda duracak her şey. kayıt beyanlara gerek görülmeyecek.
soyunmak yani. mümkün olabildiğince yere değene dek.
başka şekil hakikat mümkün değil.
mesele bu. tümüyle ve boyuyla bu. hayatı yaşamayı öğrenmek konuşmayı öğrenmekle başlıyor. konuştukça kayıt tutabiliyor, kayıt paylaşabiliyor insan. sonra okumayı öğretiyorlar, yazmak sökülüyor. kayıtlar öğreniliyor, öğretiliyor. kayıtlar bir noktadan sonra kolayda duruyorlar. sırtımıza alıyoruz bu kayıtları, göğsümüze seriyoruz, bacaklarımız ağırlaşıyor kayıtların yüküyle, ayaklarımız kaplanıyor. en son gözlerimizin önüne geliyor öğrendik ve öğrettiklerimiz.
oysa ki insanın, hem en kalpten konuşanın, hem en zalim olanın içinde farklı kelimeler var. unutuyoruz, unuttuğumuzu da fark etmez oluyoruz bir müddet sonra. unutulanın yerini öğrenilmiş olan dolduruyor. ayanda pişmesi gereken şey pinhana mahkum ediliyor. ifade edilemeyenlerin yerini yanlış anlatılmış olanlar alıyor. sanat dediğine de böylece ihtiyaç duyuyor insan.
mesele sadece soyunabilmek. eniyle ve sapıyla bu.
affa lüzum bırakmaksızın soyunabilmek bir erdem. ömür boyu ulaşılabilecek ve adına erdem denilebilecek diğer her şeyi sönük bırakacak kadar parlak ve keskin bir erdem; bir erdem ki bir eylem var merkezinde, bu eylem imkansız, anlatılması olanaksız, gücü dayanaksız, aydınlığı kararsız. bu eylem tek bir eylem de değil üstelik, bir hedef değil, bir kupası yok, kulakları duymuyor, gözü kör, kalbi sürekli atmıyor. ya buluyorsun, ya buluyorsun bu eylemi. bulduğunu anlamak özen gerektiriyor. özeninin özel olmadığının idrakını gerektiriyor. soyunduğunda ve çıplak ayna karşısına geçtiğinde gördüğün şeyin diğer herkes kadar diğer hiçbir şeye benzemediğini anlamanı emrediyor.
birbirine değen, çarpışan, seven ve ayrılan yüz milyarlarca toz tanesinden bir tanesisin; her toz tanesi kadar söyleyeceklerin var, her toz tanesi kadar önemli olduğunu düşünüyorsun. günün sonunda sen de diğer herkes gibi uykuya dalıyorsun, uykuda diğer kimsenin görmediği rüyaları görüyorsun. her sabah kırgın uyanıyor, her akşam dargın uyuyorsun; kırıldığın ve darıldığın nehirlerin birleştikleri yerde bir delta duruyor. o deltadan kafanı kaldırıyorsun ufka doğru. ufuk sana geri bakmıyor. bunu biliyorsun.
ufuk sana geri bakmaz çünkü. asla bakmaz. ağırlıklarına aldırmaz. olur da ufuk çizgisine koşar, ters döner, eski durduğun yere bakarsan da göreceğin şey bir çizgidir.
bu yüzden mesele soyunabilmektir.
çırılçıplak, baldırlarındaki kan sofraya dökülene kadar soyunacaksın hayat karşına dikildiği zaman. ne varsa üstünde atacak ve yere çökeceksin. tüm kayıtlar dökülecek cebinden. pinhan tükenecek. ayanda duracak her şey. kayıt beyanlara gerek görülmeyecek.
soyunmak yani. mümkün olabildiğince yere değene dek.
başka şekil hakikat mümkün değil.
Yorumlar