bien mieux qu'être mal accompagné, pas vrai?
bak, bir an var; kafanda mevcut bir dünyaya geçiyorsun anlamadan. bir saniye öncesinde gözünün önünde olan binlerce şey kayıp gidiyor, karanlık olmayan bir gölgeye bulaşıyor. gözlerin açık, çalışıyor, görmüyor. kulakların dik, temiz, duymuyor. ağzın oynasa, belki bir şeyler çıkar içinden; ama konuşamazsın, içinden konuşmak gelmiyor. için yerinde durmuyor çünkü.
içinde kopup gidiyorsun, kopup başka bir yerde buluyorsun kendini. asla bu yerde ve burada değilsin, bu yer ve burası senin gerçekliğin, çünkü gerçeklik paylaşılan bir şey, paylaşılması elzem bir şey, paylaşılmadığı takdirde gerçeklikten çıkıp yorum olan bir değer. bu yüzden gerçeklik burası, bu yani, gördüğün, kokladığın, duyduğun ve konuştuğun şey; gerçeklik, yani varoluş, yani tüm varlık algısal bu yüzden. algılamadığında da varolmuyorsun. bu kadar basit.
bu yüzden varolmak zor bazen.
çünkü kafanın içinde yaşadığın hayatlar, ya da kafanın içinde yaşanan ve senin şahit olduğun hayatlar gerçek dünyanın manevra kabiliyetinden çok daha fazlasını sunuyorlar. çünkü başka insanların iradeleri ve ehliyetleri yok içeride. sadece sen varsın, sadece sen ve senin gidebileceğini düşündüğün her yer yakın. görebileceğin her şey aydınlıkta duruyor, karanlıklar sadece sen istersen beliriyor. hikayeler yazılıyor ve hikayeler bitiyor, sadece istersen hikayeler kötü nihayete varıyor. bunu biliyor beyin, biliyor, kullanıyor ve kopartıyor seni senden daha önce hasbelkader aldığı bir rızaya dayanarak. vücut direnmiyor, çünkü, ne yapacağız ki başka? ne, yani, her gün baktığımız duvara mı bakacağız? her gün açtığımız bilgisayarın tuşunu mu hissedeceğiz her gün yeni baştan? anda varolmak anlar birbirini tekrar eden bir rutin şablonuysa saçmalığın daniskası. andan koparmak icap ediyor kendini, andan koparmışken, yani kafanın içindeyken, yani kafanda kurduklarında kaybolurken de bunu verimli bir yere bağlamak gerekiyor. musluk akarken bardağı tutmalı yani, çünkü neden olmasın ki?
şunu anladım ben hayatta, daha doğrusu, şunu anlatıyorum kendime birkaç vakittir: oyun, oynamak, oynamak hâli ve tavrı yani; anda kalmayı gerektiriyor. algılamak çünkü yani, kaybetmek ve kazanmak için strateji kurmak gerek evet, ama kurmak için önce oyun masasına bakmak gerek. yani oyunu masaya görmeden bakarak oynamak mümkün değil, ellerini oynatmaya karar vermeden hamle yapmak imkansız. anın içinde bir şey yani oyun hâli. çalışmak öyle değil. çalışmak geçmişi analiz etmeyi gerektiriyor, çalışmak ileriyi görmeye çalışmayı gerektiriyor, etüt lazım, plan gerek, ders çıkarmak ve strateji kurmak gerek. anda kalmak iş değil yani, anda kalmak oynaş. ve iş yapılması lazım bu dünyada, çünkü daima anda kalmak gri, yapış yapış, sıkış tepiş ve tekrara tabi. kafanın içinde oyun oynamak da yalnız bir aktivite, sıkıcı bir şey, yavaş bir ölüm. üzücü biraz.
o yüzden varolmanın çıkış formülü kafada iş, anda oynaş.
böyle anlıyor ve anlatıyorum yani. en azından şu anlardan oluşan günlerin içinde. ileride değişirse bilemem. hayat böyle bir şey neticede.
içinde kopup gidiyorsun, kopup başka bir yerde buluyorsun kendini. asla bu yerde ve burada değilsin, bu yer ve burası senin gerçekliğin, çünkü gerçeklik paylaşılan bir şey, paylaşılması elzem bir şey, paylaşılmadığı takdirde gerçeklikten çıkıp yorum olan bir değer. bu yüzden gerçeklik burası, bu yani, gördüğün, kokladığın, duyduğun ve konuştuğun şey; gerçeklik, yani varoluş, yani tüm varlık algısal bu yüzden. algılamadığında da varolmuyorsun. bu kadar basit.
bu yüzden varolmak zor bazen.
çünkü kafanın içinde yaşadığın hayatlar, ya da kafanın içinde yaşanan ve senin şahit olduğun hayatlar gerçek dünyanın manevra kabiliyetinden çok daha fazlasını sunuyorlar. çünkü başka insanların iradeleri ve ehliyetleri yok içeride. sadece sen varsın, sadece sen ve senin gidebileceğini düşündüğün her yer yakın. görebileceğin her şey aydınlıkta duruyor, karanlıklar sadece sen istersen beliriyor. hikayeler yazılıyor ve hikayeler bitiyor, sadece istersen hikayeler kötü nihayete varıyor. bunu biliyor beyin, biliyor, kullanıyor ve kopartıyor seni senden daha önce hasbelkader aldığı bir rızaya dayanarak. vücut direnmiyor, çünkü, ne yapacağız ki başka? ne, yani, her gün baktığımız duvara mı bakacağız? her gün açtığımız bilgisayarın tuşunu mu hissedeceğiz her gün yeni baştan? anda varolmak anlar birbirini tekrar eden bir rutin şablonuysa saçmalığın daniskası. andan koparmak icap ediyor kendini, andan koparmışken, yani kafanın içindeyken, yani kafanda kurduklarında kaybolurken de bunu verimli bir yere bağlamak gerekiyor. musluk akarken bardağı tutmalı yani, çünkü neden olmasın ki?
şunu anladım ben hayatta, daha doğrusu, şunu anlatıyorum kendime birkaç vakittir: oyun, oynamak, oynamak hâli ve tavrı yani; anda kalmayı gerektiriyor. algılamak çünkü yani, kaybetmek ve kazanmak için strateji kurmak gerek evet, ama kurmak için önce oyun masasına bakmak gerek. yani oyunu masaya görmeden bakarak oynamak mümkün değil, ellerini oynatmaya karar vermeden hamle yapmak imkansız. anın içinde bir şey yani oyun hâli. çalışmak öyle değil. çalışmak geçmişi analiz etmeyi gerektiriyor, çalışmak ileriyi görmeye çalışmayı gerektiriyor, etüt lazım, plan gerek, ders çıkarmak ve strateji kurmak gerek. anda kalmak iş değil yani, anda kalmak oynaş. ve iş yapılması lazım bu dünyada, çünkü daima anda kalmak gri, yapış yapış, sıkış tepiş ve tekrara tabi. kafanın içinde oyun oynamak da yalnız bir aktivite, sıkıcı bir şey, yavaş bir ölüm. üzücü biraz.
o yüzden varolmanın çıkış formülü kafada iş, anda oynaş.
böyle anlıyor ve anlatıyorum yani. en azından şu anlardan oluşan günlerin içinde. ileride değişirse bilemem. hayat böyle bir şey neticede.
Yorumlar