beş temmuz iki bin sekiz

Ağustos ayıydı sanırım ÖSS fikrinin ilk bende yerleşmeye başladığı zaman. Üç eşit ağırlık sınıfından ikinci sırada olana düşmüştüm, üçüncüsünün puan ortalamaları o kadar kötüydü ki kendimi son sınıfta sayıyordum. Gözümün önünden Hüseyin'le kurduğumuz öğrenci evi geçiyordu... olmayacak gibiydi her şey. Panikle ilahi varlıklarla anlaşmalar yapmak istedim, oynadığım MMO'yu bırakayım ÖSS'yi kazandırın bana dedim onlara, ona ya da bir şeye. Bilmiyorum n'oldu, fakat iki gün sonra internetim kesildi. Nine Inch Nails'in bana nüfuz etmeye başladığı zamanlardı, Somewhat Damaged'in öfkesini hissedebiliyordum bedenimde. Kaldıramayacakmışım gibi geliyordu, kendimi "too fucked up to care anymore" hissediyordum, üstelik "this is just the begging.", gerçekti. Ben de ders çalıştım deliler gibi, ilk denememde sınıf atlayacaktım, hedefim vardı ve ona uyacaktım. Uymalıydım. İlk denememe girdim, 253 puan yaptım ve sınıf atladım.

Sonra internetim geri geldi ve WoW'a döndüm... hiçbir şey olmamış gibi. Acıları unutmuşum gibi... Garipti. İnternete girer girmez dau dürttü beni msnden, abi duydun mu level dağıldı dedi. Önce idrak edemedim, level almıyordum uzun süredir. Açıklaması gerekti çocuğun, abi dedi Aydın Doğan almış Level'ı, yeni oluşuma gidiyorlarmış dedi. İki gün sonra yazdığım yazı şöyle diyordu, "yeni oluşumda DVO editörü olmak istiyorum, Göker abinin çırağı olayım, duyun sesimi.". İki gün sonra ise bir dava moduna girmiştim, üç tane OGZ alınacaktı ve kapitalizmle savaşılacaktı. Bu sırada Ramazan'ın gelmesiyle test performansım düşmüştü, ardından internetin açılması iyice hezimet olacaktı.

Ve sonra, OGZ forumları açıldı.

Ve sonra, bir ekim gecesi, forumdaki Nintendo editörü aranıyor konusunu gördüm. Uzun bir geceydi, ve ben de o sırada eşek gibi oynadığım Resident Evil 4'ü yazdım, gönderdim sinan@oyungezer.com.tr adresine. Yatarken şunu dedim kendi kendime, "yapabileceğimin en iyisini yaptım, artık iş benim elimde değil."

Üç gün sonra FIFA 08 ve Trauma Center, yazmam için Altunizade'den gönderilmiş şekilde elimdeydi. Hayallerim elimdeydi, garipti ama gerçekti.

Fakat bu sırada ÖSS yaklaşıyordu, Kasım ayında Oyungezer yarı-Gordon kapağıyla ilk çıktığında iki deneme üç alan sınavını arkamda bırakmıştım bile. Sonra bir izcilik toplantısında, en sevdiğim öğretmenlerden.. yok en sevdiğim öğretmen olan hocam bana YES bursuna başvurmamı söyledi... aklım Hazırlık sınıfına gitti. En büyük hayalin ne demişti hocam bana, Amerika demiştim. Orada okumak istiyordum. Niye? Bilmiyorum, sonra da pek düşünmedim zaten, YES bursuna kadar. Başvurdum, ve sonra kendimi bunun kaderin edebi bir twisti olduğunu düşündüm. Karakterimin iki parçası, ace ve Yiğitcan ve hibrid bir seçim. ÖSS hibrid bir seçimdi, hem Yiğitcan hem de ace içindi, OGZ ace içindi, YES ise Yiğitcan için... %75 OGZ, %25 ÖSS'yi seçtim kafamda, hayatımın en kötü süreçlerinden birinin sonunda. Kafamda yarattığım tahayyül dünyasında yaşıyordum ve en yalanından en gerçeğine kadar her şeyi edebi bir akış olarak nitelendiriyordum, bu üçlü seçim de öyleydi. Hayatımı 75/25'e göre ayarladım, buna da OGZ ofisinden ilk çıkışımda karar vermiştim, orada, o şeyin bir parçası olacaktım. ÖSS çalışmıyordum, yapmıyordum istemiyordum ve puanlarım düşüyordu yavaş yavaş. Alternatifler uyduruyordum tek tek, kendimi iknaya uğraşıyordum devamlı, YES ise hiçbir zaman gerçek değildi bu alternatiflerde.

Bu sırada yaratmak istiyordum devamlı, sadece isteme motivasyonuyla OGZ'nin daha da içine girerken, ya da OGZ'yi içime daha da işlerken birçok şey oluyordu hayatımda. Nine Inch Nails arkada çalmaya devam ediyordu, OGZ forumlarında da yeni bir ace doğuyordu. Popüler, tavizsiz, ukala ve olmak istediğim her şey. Ace hep farklı bir insandı zaten, ama şimdi benden daha da kopuyordu. Gerçekdışı oluyordu, belki de daha gerçek, ama her şeyden önemlisi, önemli oluyordu. Level forumlarında gördüğüm popüler amcalar gibi oluyordu ace, ama kontrolümdeydi, ya da beni popüler edenlerin kontrolünde.

Ve bu sıralardı sanıyorum, bir 20 Aralık 2007'de, saat 18.29.14'te bir resme aşık oldum. O resme mektup yazdım tam 6 sayfa, arkalı önlü. Upuzun bir aşk mektubuydu, bazı kısımları hala aklımda olan. Hakkında mektuptan başka bir sürü şey yazdım, tutundum ona sanki benimmiş gibi. Sonra... geçti. Resme baktım tekrar, uzun süre bakamama rağmen. Bakarsam kırılacakmış gibi geliyordu, bir şeyler bitecekti. Karanlık bir Aralık gecesiydi resme aşık olduğumda ve yine karanlıktı mektupla beraber tüm her şey bittiğinde.

Sonra bahar geldi, maddi durumumuzun her zamanki kötülüğü doğum günümde vurdu yüzüme... annem hediye alamamıştı bana. Hiç umursamadım, beş yaşımdan beri hediye istememiştim annemden zaten. Hele şimdi, sadece o ve ben varken, annem babamla köprüleri iyice atmış ve beni dünyada sevilmeye tek değer şey olarak görürken, hiç umursamadım. Ona her şeyin yeterli olduğunu söyledim, öyleydi çünkü. Ve baharla beraber ÖSS puanlarım daha da düşüyordu, 220 yapmıştım bir denemede. Görmediğim konular falan da anlatamıyordu derdimi, gerçekten kaçamayacağımı biliyordum, Ankara hayali asla gerçekleşmeyecekti. Ben OGZ'yi seçmiştim, 75/25'ti seçimim.

Sonra, Nisan'daydı sanırım, OGZ'nin içine artık iyice girmiş, Serpil abla ve Mehmet'le gtalk yardımıyla muhabbetleri iyice sıkılaştırmış, ofise gezileri arttırmış ve ofise gittiğimde içten sevinen insanların sevinçleri daha da artmışken bir şey buldum. Acayipti, ama 1'lerin ve 0'ların gerçek olabileceği kadar gerçekti işte.

Mehmet'in facebook accountu.
Sonra Eren'in bir blog girdisi.
Sonra Olgay'ın bir forum postu.

Mehmet'in facebook accountunun altında Boğaziçi yazıyordu, Eren İTÜ'lü olduğunu söylüyordu, Olgay'da İstanbul Üniversitesinde bir hocasından bahsediyordu.

Buydu aradığım işte. Motivasyon. OGZ'den en sevdiğim yazarlar, benden daha çok yazabilen insanlar Türkiye'nin en iyi üniversitelerindelerdi, o zaman benim olmamam için sebep neydi? Nine Inch Nails The Fragile'ı çalıyordu artık, ve ben bir şeylerin parçalanmamasını durdurabilirdim. Okul bitti o sıralarda, insanlar rapor olmaya başladı. Ben almadım. Okula gittim, minibüste Atlas Silkindi'yi okuyarak. Dagny'yi tanıdıkça, Rearden'le özdeşleştikçe, Prime Mover olmak istedikçe çalıştım. Bomboş okulda, sadece en yakın arkadaşımın yan sınıfta benim gibi çalıştığını bilerek çalıştım. 75/25 yalandı, hiç varolmamıştı. Çalışıyordum, buna rağmen hala OGZ'ye yazı hazırlayabiliyordum, ofise gidebiliyordum. Taviz bulmuştum.

Ace ve Yiğitcan neden farklı olmak zorundalardı ki? Yiğitcan ace gibi uzun, kompleks cümleler kurabilirdi, bir sav kurup o savı destekleyebilirdi. Ace Yiğitcan gibi sevimli ve esprili olabilirdi, neden olmasındı ki? Ben yaratmamış mıyıdım iki suratı da? O zaman neden ayrılardı onlar? Ace'dim ben, ya da Yiğitcan'dım, ya da hepsiydim. Kuantum teorisiydi, hem dalga hem de parçacık olmaması için bir sebep yoktu ki? Çalıştım ve yazdım ben de, tavizi bırakmayarak. Puanlarım yükseldi, ofise gittiğimde insanlar hala içten seviniyorlardı, hepsi kafamda kırılmıştı daha önce. 75/25 benim yaratımdı ve benim ona itaat etmem saçmalıktı. Seçim yoktu, edebi bir yol ayrımı hiç olmamıştı, bir meydan okuma bile yoktu. Sadece hayat vardı, ve ben ne kadar çalıştığımla o kadar orantılı bir şeyler alırdım karşılığında, OGZ ile ÖSS, YES arasında korelasyon yoktu, hiç olmamıştı ben olduğunu hayal edene kadar.

Sonra Haziran'ın 15'i geldi çattı. Beyaz tişörtüm ve gri eşofmanımla, Türkiye'nin geri kalan tüm lise sıraları gibi sallanan sıramda 150 soruya çözmek için baktım, geri kalan 30 tanesine de arada kolayları çıkar mı diye göz gezdirdim. Çıktığımda rahatlamadım, üzerimden bir yük kalkmadı, girdiğim gibiydi. İnternet cafeye gittim, puanımı hesapladım. Rahatlamadım, üzerimden bir yük kalkmadı. Sonra Hüseyin'le konuştum, 288 yaptığını öğrendim.

"Abi" dediğimi hatırlıyorum.

"Geliyorum lan."

Ama rahatlamadım, üzermden bir yük kalkmadı. İki gün sonra yine dergiye Nintendo haberi girdim, bir de ek olsun diye Oyunezer yazdım, rahatlamış değildim ama. Ofise gititm birkaç gün sonra, insanlar yine beni karşıladıklarında içten güldüler, Sinan abi MGS4 oynamaya giderken "koç koç" dercesine omzumu dövdü, Serpil ablanın masasının arkasındaki her yeri gören sandalyeye oturdum yine, Tuğbek abinin anlattığı bir olaya güldüm. Rahatlamamıştım, bir şey de değişmemişti. Ben çalışmıştım ve başka bir absolü yoktu dünyada.

Ve bugündeyiz, 5 Temmuz. Yarın buluşmada insanlar bana Yiğitcan diyecekler, ace'i önce tanımalarına rağmen. Toplantıda yine ofiste gülüp eğleneceğim, yine Nintendo haberleri gireceğim telaşlı telaşlı, belki Oyunezer yazmayacağım, belki 15 Temmuz pek bir fantasik geçecek, ama bir şey biliyorum, rahatlamayacağım ve bir şey değişmeyecek. Sonra da 1 Ağustos'da bir seneliğine Amerika'ya gideceğim, ofise gidemeyeceğim, Hüseyin'le olan öğrenci evi hayalimiz bir sene ertelenecek. Bir resme aşık olamayacağım gelecek sene, ÖSS olmayacak SAT olacak belki. Dönüp geleceğim üniversitenin başharfi A olacak, H olacak bir umut O olacak, ama rahatlayacak mıyım?

Bilmiyorum, ama geçen sene bu zamanlar rahatlayacağımı umuyordum, istiyordum bunu. Nine Inch Nails nefretimi kanalize ediyordu kulaklarımda... Şimdi ise Coldplay'in çaldğını söylüyor Winamp. Şarkısının ismi de Viva la Vida. Long Live Life.

Yorumlar

Popüler Yayınlar