Staperw Destanları : Işık Savaşları : Bölüm Beş : Savaş

"Nasıl yapacağımız konusunda bir fikri olan?" dedi arkasında onu onaylayıcı mırıltılar çıkaran on onbeş kişi duran Cat. "Bunu ona bıraksak daha iyi olmaz mı sizcede? Buraya kadar bizi o getirdi, buradan ileriye de götüreceğine inanmamız için bir neden göremiyorum." dedi X. Arka planda çok eski bir radyodan, çok eski bir şarkının nakaratı duyuluyordu. Staperw'in özgür dönemlerinden kalma bir şarkıydı bu, şöyle diyordu : "Farkeder mi sence? | Silah yahur pençe? | Ölmeyi haketmiyor onlar | Böyle olmamalı diyeni de haklı, bizi rahat bırakın diyeni de." Bu şarkı Staperw'in Tigil'le ilk savaşına gönderdiği askerlerin ölmelerini istemeyen bir protest şarkıcıya aitti. Duruma uygunluğu ise ironik diye düşündü Cat. İkinci ve üçüncü katları delip geçmeleri gerekiyordu, ki ellerinde sadece 160 adam ve 100 robot vardı. Ateş etmeyi bile üç gün önce öğrenmiş 160 adam, ve iki gün önce yapılmış 100 robot diye düzeltti kendini. Tigil'in ise eğitimli, zırhlı ve en önemlisi ağır silahlı 1000'in üzerinde askeri olmalıydı. Kafasını öne eğip, sağa sola yavaşça salladı. Umutsuzlardı.

"Merhaba arkadaşlar."

Cat kafasını kaldırdı ve karşısında duran adama baktı. Dört gün içerisinde bir isyan başlatmış, adamlara silah ile zırh vermiş adamdı o. Acju. Arkasında da sessizce sakalını sıvazlayan Uadlir vardı. En arkalarında ise Staperw'li o kız vardı. Uzun, kahverengi saçları sallandıkça odadaki insanların tüylerinin diken diken olduğunu hissedebiliyordu Cat. Güldü, insanlar bazen çok komik olabiliyorlardı. Kız ona o kadar güzel gözükmüyordu. Onun için güzel bir kızın, bembeyaz suratlı olması ve dişlerinin alt dudağından uzun olması gerekiyordu en başta. Fakat odadaki insanlar avuçlarını yalayacaklardı tabii ki, kızın gözü Acju'dan başkasını görmediği için. Acju da saklamaya çalışmasına rağmen, kıza karşı boş değildi. Fakat şu an buna dair hiçbir işaret göstermiyordu. Şu an, suratından sadece kararlılık ve zeka belirtileri okunuyordu. Alnı kırış kırıştı ve gözleri zeki bir biçimde parıldıyordu. Odayı süzmeye başladı. Karşısındaki adamlara baktı, ve içinde bir parça koptu sanki. Bu adamlar korkuyordu. Ölümden korkmuyorlardı, Tigil'den korkuyorlardı. Fısıltılar sarmıştı her yanı. Tigil'in ölümsüz bir asker yarattığına dair fısıltılar. Acju önemsemiyordu, fakat yine de kara kara düşünmekteydi, ya gerçekse? Böyle düşüncelere dalmışken X sakince "Hocam?" deyip onun düşüncelerini yarıda kesti. "Bir planımız var mı?" Acju kafasını salladı. Uadlir'e dönüp birşeyler fısıldamasının ardından, Uadlir içeriden EXE 0001 ile geri döndü. "Exe. Üçüncü katın şeması lütfen." dedi nazikçe. EXE şevkle birkaç düğmeye bastı, ve havada bir şekil belirdi. Üçüncü şeklin tam bir haritası. Acju elini büyük bir binanın üstüne getirdi ve "Burası" dedi "Işık jeneratörü. İkinci ve Üçüncü katların ışığı buradan sağlanıyor. Şuradaki- " şimdi içinden buraya düştüğü dikey nehri gösteriyordu. Nehir cam duvarların içerisinde dört kat kadar derin bir göldü aslında fakat halk ona Dikey Nehir diyordu. "-Dikey Nehir'den suyu alıyor, ve onu elektriğe dönüştürüyor. Biz, buraya saldıracağız." Cat şoke olmuş gözlerle "Nasıl? Orada 400 asker olmalı!" dedi. Acju kafasını salladı "Aynen öyle. 400 asker. 200'ü en dayanıksız olan Kuzey kapısını koruyor. 60 tanesi Güney kapısında, burası anayola baktığı için aynı zamanda Devriye Birlikleri de burada. Onlarda yaklaşık 30 kişiler. Doğusunda Dikey Nehir var ve burada hiç gardiyan yok. Batıda ise 140 asker var. Kuzey kapısında 5 kule, ve bu 5 kulenin içerisinde 20'şer asker var. Batı kapısında ise üç adet ağır silahlı tank var." Cat cesaretini yitirmiş biçimde "Anneciğim." dedi. "Binanın her yerindeler." Acju güldüğünde ise, belki onun da umutsuz olmasını beklediği için şaşırdı. "Kelime anlamıyla değil." Cat gözleri beş karış biçimde Acju'ya bakıp "Dikey Nehir mi? Nefes almamam sudan hoşlandığım manasına gelmiyor hocam! Ayrıca tek başıma yeterli olacağımı zannetmiyorum!" Acju tekrar güldü, "Hayır, ama nefes almayan 100 askerimiz var değil mi? Üstelik kollarımdaki yeni eklentiler sayesinde nefes alabilmem de mümkün." Cat şaşırmıştı, hem robotları nasıl unuttuğuna, hem de Acju'nun nasıl bu kadar sakin olabildiğine. "Sen binaya girdiğin anda 400 kişi üstüne çullanacak! Bununla ilgili bir planın da var mı!" diye sinirle konuşmasına rağmen Acju'nun tekrar sakin kalması daha da sinirlendirdi onu. "Hayır" dedi Acju "Senin, ve Üçüncü Kat sakinlerinin bir planı olacak" dedi. Artık gülmüyordu. "Senin, X'in ve Lif'in bölükleri Üçüncü Kat'a asansörle çıkacak. İlgiyi üzerinize çekeceksiniz. Merak etme, 2000 kişilik bir desteğiniz olacak, halkın bizzat kendisi. Siz orada onları oyalarken biz Kuleleri yokedeceğiz, ve ışıklar gidecek. Gözleri karanlığa alışmış olan bizler ise avantaj sağlamış olacağız böylece." Cat bu plana itiraz etmek için birkaç kere ağzını açtıysa da, kendi kendinin savını çürüttüğünden olacak ki birşey diyemedi. X söze girince onu desteklemekten yine de kaçınmadı. "Neden Uadlir'in bölüğü de bizimle gelmiyor?" diye sordu X. Acju "Onların görevi ise ısı jeneratörlerini kapatmak. Bildiğiniz gibi Üçüncü Kat da bizim gibi, soğuk. Fakat Askerlerin kıyafetleri özel bir jeneratör tarafından ısıtılıyor. Bu jeneratörü tespit ettik, ve şansımıza, buradaymış. Arazi çok taşlık olduğundan bulmamız zor olsa da, bulduğumuzda onun sadece 20 kişi tarafından korunduğunu gördük. Üşüyen askerler daha kötü savaşacak tabii ki." diyince Cat kusursuz plana hayran kalmaktan başka birşey yapamadı. Şimdi radyo daha hareketli bir parçaya geçmişti, ve sanki sihirli bir değnek değmiş gibi, herkesin içine bir mutluluk dolmuştu. Şarkı şöyle giderken, Acju'da planın detaylarını anlatmaya devam ediyordu ; "Bir-ki-üç-dört | Umut bizim, bak gör | Beş-altı-yedi-sekiz | Para onların olsun, biz fakir ekmeği yeriz | Dokuz-on-onbir-oniki | Saymaya devam ettim, fakat sayı bitti!"

***


"Burası mı Kaptan?" dedi genç bir çocuk. Uadlir ufak binaya baktı. Fakat hiç asker yoktu. Adamlarına eliyle durmalarını işaret edip, ileri doğru yavaşça ilerledi. Asker olmadığından emin olduktan sonra adamlarına gelmelerini işaret etti. Telsiziyle durumu Acju'ya bildirmek için elini cebine atıp cihazı çıkardı. Cihaza baktığında sinyal olmadığını görüp hayıflandı. Arkasından bir adamına eliyle bombayı yerleştirmesini söyleyip diğerlerine geri çekilmelerini söyledi. Hepsi birlikte devasa bir kayanın ardına saklandılar. Bombayı koyan onlara katıldı, ve beraber beklemeye başladılar. Bir süre beklemenin ardından büyük bir patlama sesi üzerine kafalarını çıkarıp baktılar, ve binanın yerinde yeller estiğini görüp sevindiler. "Sinyal alan bir yere gitmeliyiz" dedi Uadlir. Fakat tam o anda adamlarından biri çığlık atarak yere düştü. Hepsi aynı anda silahlarını çektiler, ve bölüğün doktoru çantasını çıkarıp adamın başucuna eğildi. "Bu-bu-bu, kurşun yarası!" dedi doktor korkmuş bir halde. Uadlir paniğe kapıldığını belli etmemek için müthiş bir çaba sarfederek adamlarına tetikte olmalarını söyledi. Kulağı korkudan çınlıyordu. Tiktaklar duyuyordu sanki, bu kadar panik olmamam gerek diye düşündü. Fakat bir saniye sonra tiktaklar, çınlamanın gitmesine rağmen hala oradaydı. Birden herşey anladı, adamlarına "GİDİN BURADAN! ÇABUK! ÇABUK!" diye bağırdı, adamları panik içerisinde dağıldılar ve önceden siper aldıkları kayanın ardında toplandılar. Tiktak sesleri hala duyuluyordu, artık hızlanmıştı, elini başına koydu ve patlamayı bekledi. Bir saniye sonra, anladı.

***

"Onları halletti değil mi?"
"Evet efendim. Isı jeneratörü için gelen bölüğün hepsi öldü."
"Bombadan kaçmamışlar mı?"
"Efendim, o, bombayı adamın üstüne koymuş. Hepsi parçalandı."
"Çok iyi. Ne olur ne olmaz Jeneratör askerlerini devriye ile birleştir. Asansörden çıkacak kadar salak olacaklarını zannetmiyorum."
"Peki efendim."

***


"Hala Uadlir'e ulaşamıyor muyuz?" dedi Cat. X kafasını iki yana salladı. Bir saniye sonra çok büyük bir patlama sesi geldi. Hemen ardından, bir tane daha. "Bu ikincisi Işık Jeneratörü olmalı. Haydi!" dedi Lif. Asansöre doğru ilerlediler. Adamlar silahlarını çıkarıp asansörü koruyan askerlerle çatışmaya girdiler, Lif ilk askeri tam boynundan vurdu. Diğer ikisi arkadaki X tarafından yere serildi, ve kalanlar da diğerleri tarafından vuruldular. Asansöre bindiler, ve yukarı çıkmaya başladılar. Cat, yukarı baktı, ve "Peki" dedi "İşte geliyorum Caine."

***

Kolunu kaldırdı, ve üçüncü mod diye sessizce koluna fısıldadı. Kolunun ortasında bir giriş belirdi ve Acju ağzını oraya dayadı. Robotlara peşlerinden gelmesini işaret etti, ve Nehrin içine girdi. Akıntı dibe doğruydu, bu yüzden sol kolunu bir rokete çevirdi, ve aşağı doğru sıcak su salmaya başladı. Arkasındaki onu tekrar eden robotlarla ulaşması gereken noktaya tam varmıştı ki bir patlama sesi duydu. Ardından ikinci bir ses daha duyunca panikledi, ne olmuş olabilirdi? Uadlir ölmüştü belki, fakat daha da önemlisi Cat ve adamları bunun Işık Jeneratöründen kaynaklandığını sanacaklardı. Çabuk hareket etmeliydi, hemen camdan duvara doğru kafasını çevirdi ve kolu ile kendine güç kazandırıp, büyük bir şangırtı sesiyle içeri girdi. Ardından gelen sular bütün odayı doldurdu, Dikey Nehir odaya akıyordu. Askerlerle karşılaşmaya hazır bir şekilde az önce ağzını dayadığı kolunu kapıya doğru tuttu. Hiç kimse gelmeyince de yeni yeni yere basmakta olan robotlara eliyle gelin işareti yapıp kapıya doğru koşmaya başladı. Fakat bir patlama sesiyle irkildi. Arkasındaki robotlardan otuzu parçalara ayrılmıştı. Su artık beline geliyordu, ve hareketleri yavaşlamıştı. Bir bombadan daha kaçamayabilirdi, fakat en önemlisi atışın nereden yapıldığını görmüyordu. Ardından birkaç cızırtı geldi, ve sudan elektrik yayıldığını panik içinde farketti, bütün robotlar cayır cayır yanıyordu, en az 20 bin volt elektrik geliyor olmalıydı, kalan 70 robot da cayır cayır yanıyordu, ve hepsi yere düştükten sonra elektrik kesildi. Bir sessizlik içerisinde kısa boylu ve üzerinde Dhotit olduğu açık olan ve her yerini kaplayan zırha ve tüysüz bir surata sahip olan bir adam yerde yatan Acju'nun yanına geldi. "Artık o kadar da cesır di'il, di'il mi?" dedi alaycı bir ses tonu ile. Acju ani bir hareketle kolunu kaldırıp adamın boğazına dayadı, boğazını sıkar bir şekilde ayağa kalktı, su artık dirseklerine geliyordu. Adamı suyun içerisine birkaç kez uzun süre soktu, ve öldüğünden emin oluncaya dek orada tuttu. Elindeki bombayı jeneratöre aceleyle fırlatın duvarda koluyla bir delik açtı ve kendini dışarı attı. Su ardından onu takip etti. Kıyafetleri tamamen yanmıştı ve onu vücudundaki Dhotit zırhla bırakmıştı. O zırha, ve onu giymesini zorunlu kılan geleneklere şükretti. Dhot insanları, o zırhı bütün vücutlarına takarlardı, kolları dışında, o kollarla öldürdükleri için. Takmalarının sebebi ise ışığı vücutlarından uzak tutmak ve tenlerini bembeyaz yapmaktı, Beyaz Adamlar gibi. Elektriğe dayanıklı bu metal, onu az önce korumuştu.

Ama kimden?

Asıl onu rahatsız eden buydu. Çünkü az önce öldürdüğü kişi, Nac'in yolculuğunda ona yardımcı olan, Gokikot idi. Karanlık onu yavaşça sararken ve ayağı sular tarafından ıslatılırken, bunu düşünüp, sessizce, öylece durdu. Yalnız başına, ve Lif'e neler olduğunu merak ederek.

***

Asansör yavaşlayıp da onlar ayaklarını Üçüncü Kat zeminine basar basmaz ilk dikkatlerini çeken şey ışıkların hala yanıyor olmasıydı. Bir saniye geçmedi ki önce yüksek bir su sesi geldi, bir dakika gibi bir süre ardından ise karanlık. Cat sesini hiç olmadığı kadar yükseltti ve "Her kapı, açılsın! Her pencere kırılsın! Her asker, titresin! İSYAN, BAŞLADI!" diye bağırdı. Arkasındaki askerler kollarını kaldırıp yürekten katıldıklarını belirtir bir şekilde savaş naralarına başladılar. Cat kolunu kaldırdı, ve ileri doğru işaret etti "IŞIK İÇİN!" Askerler silahlarını çektiler ve ilerlemeye başladılar. Üzerlerine Tigil askerleri yağıyordu adeta. Lif, Cat ve X tek başlarına 50 kişiyi öldürmüşlerdi, askerler de en az o kadar yere Tigil kanı dökmüştü, fakat yine de sonları gelmiyordu. Arkalardan çok genç bir Staperw'li yere düştüğünde, Cat kendi kendine Üçüncü Kat sakinlerinin nerede olduğunu sordu. Tam o anda, sanki sorusunu bekliyorlarmış gibi, pencerelerden, kapılardan, kanalizasyondan insanlar çıkmaya, atlamaya başladı. Ellerinde silahlar yoktu, taşlar vardı, sopalar, çatallar. Fakat hepsi de Tigil askerlerine doğru sallanıyor, fırlatılıyordu. Dört bir yandan, binlerce insan Tigil askerlerinin üzerine atlıyor, onlara çatal bıçak saplıyor, kafalarına sopalarla vuruyordu. Lif 50 kişi daha öldürmüştü en azından. X ve Cat ise birbirlerinin arkasını koruyor, ve bir bir Tigil askerlerini düşürüyorlardı. En sonunda azalmaya başlamışlardı. Birden arkalarına döndüler, arkadan "Beyaz konsey için!" diye bağıran bir adam geliyordu, bütün hızıyla ve kolundan çıkardığı füzelerle. Acju idi bu. Füzeleriyle durdurulamıyordu. İki yandan sıkıştırılan Tigil askerleri en sonunda silahları yere atıp dizkapaklarının üstüne çöktüler. Acju bir tanesini boynundan yakaladı, en yüksek rütbeli olan bu gibi gözüküyordu. Nefesini yüzüne vurarak öfkeyle sordu "Gokikot'u çevirme cesaretini kendinde bulan kim? SÖYLE! KİM!" Cat şaşırdı, "Gokikot mu?" dedi "Gokikot buranın kralı. Tigil yöneticisi." Acju ona suratında herşeyi az önce anlamış bir ifadeyle döndü. "O zaman," dedi "o zaman, bu kral," şimdi Tigil askerine dönmüştü "Nac'in arkadaşı Gokikot'un babası mı?" Tigil askeri psikopat bir gülümsemeyle "Evet" dedi "Nac'in annesi de sen misin? Küçücük bicicik Nac'çiğin" Acju, onu tek bir hamleyle yere yatırdı, ve ayağını suratına yapıştırdı. "Asla" dedi "bir kahramanla dalga geçme." ve adamın suratını ezdi.

Yorumlar

Popüler Yayınlar