Do you believe in you? Cause noone else will do that for you.
duruma, yazdıklarıma ve muhtemelen yazacaklarıma çok alakalı bir şarkı akıyor kulağımda; bol küfürlü, bol hakaretli. şarkının benim onu dinlediğim günden beri çok başka yönlere ilerlemiş müzik zevkimim aradığı şeylere cevap verebilen bir şarkı değil, hatta vermeyi denediğinden bile şüpheliyim. ama bir hissi, bana şarkıyı dinlettiren bir rengi var şarkının. şarkının adı the roof is on fire ve ben bu şarkıyı 2005 senesinde dinlemişim.
şarkıların hafızaları böyle işliyor işte; bir şarkıyı sadece belli bir zaman diliminde dinlediyseniz eğer, yani o şarkı sadece ve sadece bir dönemin arka plan müziği olmuşsa, şarkının o zamana kendini kazıdığını keşfediyorsunuz. bloodhound gang de öyle bir şarkı yaratmış işte benim için, 2005 senesinde, etrafımın bilmediği bir grubu dinlemenin kıvancıyla, etrafımın oynamadığı wow'un bana yeni ve heyecan verici gelen piksellerinde akıyor benim için the roof is on fire. nedense aklıma hep ironforge'a ilk gidişim geliyor, o zaman şehirlerin istediğinde gidip görebileceğin yerler olması fikri aklıma yatmıyordu bir türlü; sanki kapıda yeterince yüksek seviyeli olmayanları geri döndürten bir gardiyan varmış gibi geliyordu bana. thunder bluff'ı göreyim diye onuncu seviyeye kastığım taurenim gibi, night elf'imin de on beşin üstüne çıkmadan diğer kıtanın yollarını tutmaması gerektiğini düşünüyordum. azeroth daha az sanaldı o zamanlar benim için, okyanus aşırı yolculuk kendi kemiklerimi yıpratacakmış gibi korkutuyordu gözümü. ve tüm bunlar olurken, çocuksu heyecanım yeni dünyaları keşfettirirken bana, arkada the roof is on fire çalıyordu.
başka parçalar da vardı tabii, nirvana'dan, metallica'dan, slipknot'tan... ama onları sonra da dinledim. başka anılar yazıldı üzerlerine, başka hislere ortak oldular hepsi. gözlerim kapalı bir şekilde gülümserken de metallica vardı mesela, gözlerim siyahtan beyaza çekilmiş kızıl çizgilerini sapık ve çarpık maviliğe dikerken de, veya amerika'da da bulmuştum lisede ve boşlukta iki kere kaybettiğim nirvana'yı. ama the roof is on fire, sadece ve sadece o anın, ironforge'un önünde, karların üstüne oturmuş, yol yorgunluğunu atan o lise bir öğrencisinin şarkısı, sadece onunla gösteriyor kendini. aynı dr. horrible'ın tüm soundtrack'inin bana portland'ı, kuzu kuzu'nun ankara'daki o teybin başında müzikle mutlu olan çocuğu, the national'ın ankara'ya üniversiteden önce son kez gittiğim o yazı hatırlatması gibi.
her şey değişiyor. hiçbir şeyin mutlak olmadığı dünyada mümkün olan her şey değişiyor. yağmurlar yağabiliyor çöllerin üstüne, o çöllerden nehirler akmaya başlayabiliyor cihanın tersi bir istikamete. fırtınalar kopabiliyor ufacık beyinli nehirlerde, o fırtınalar başka çölleri bulabiliyor. her şey birbirine bağlı, her şey kopuk birbirinden. her şey ölümlü, müzik dışında. sadece müzik değişmiyor dünyada. sadece müzik hep aynı acıya yardımcı olmaya deam edebiliyor.
"müzik, öyle gözüküyor ki, acıya yardımcı oluyor."
Yorumlar
Ancak asıl bir de şöyle sorun ortaya çıkıyor; sen hiç müziğini kaybettin mi Yiğitcan? Biliyorum, bir çok kişi kadar geniş bir müzik bilgim yok, ama benim de o anda dinlediğim için mutlu eden, belirli olaylar hatırlatan şarkılarım var. Ya peki, belli bir zamanda, belli bir anda arkaplanda hiç müzik çalmıyorsa? Herhangi dinlediğin bir müzik arkaplan olamıyor, ve herşey sadece ses efektlerinden ibaret oluyorsa?
kastettiğin şeyi belki yaşamışımdır ama söylediğin şeyi hiç yaşamadım. müzik hep vardı, bazen iz bırakmadı, sonradan yükledim o anlamı ben ona, bazen ise bıraktı. ama müzik hep vardı.
yorum yaptığın için sağol emrem be =)