Staperw Destanları : Günahkar : Bölüm İki : Tavuk Kemiği

Sessiz ve herkesin uyuduğu bir sokağa girdi. Adımlarını hızlı fakat gürültü çıkarmayacak biçimde atıyordu. Gecenin içerisinde kaybolacak şekilde tasarlanmış simsiyah cüppesi üstünü vücudunu tamamen örtüyor, cüppenin kapşonu ise sadece ağzı açık bırakacak şekilde gözünün önünde dalgalanıyordu. Yanından hızla geçen pencerelerin hepsinin perdeleri kapalıydı, normal olan da buydu zaten. Kimsenin başlangıcını hatırlayamadığı bir süredir bu bir kuraldı. Hiçkimse hiçbirşeyin başlangıcını hatırlamıyordu zaten. Zaman kavramı, ne kadar zamandır yasaklanmıştı, kimse bilmiyordu. Yaşamak için zamanı unutmak zorunda bırakılmıştı insanlar. Günahkar, bunları düşünürken adımlarını sıklaştırdı, her an G.A.K. sirenlerini duyabilirdi. Çok büyük bir hata yapmıştı, planı bu mahalledeki her eve bir şekilde bir uyku serumu sokmaktı, genelde yemeklerin içine koyuyordu, yemeklerin anayasa ve disiplini koruma nedenleriyle hep aynı saatte yenme zorunluluğu Günahkar'ın işini kolaylaştırıyordu, burası zengin bir mahalleydi, burada kuralları yıkamazlardı. Fakat Günahkar'ın hesaplamadığı, bebeklerdi. Bu mahalledeki üç bebek, yemeklerini serum dolu tabaklarda değil, annelerinin memelerinde yiyorlardı, ve hiçbiri serum'dan etkilenmemişti. Bütün gece ağlayan üç bebek, yan mahalledekileri rahatsız etmiş olmalıydı, ve er ya da geç biri G.A.K.'ın numarasını tuşlayacaktı. Ve ondan sonra, Günahkar'ın uğruna çalıştığı herşey, onun idamıyla sona erecekti. Buna izin veremezdi. O yüzden, bütün gücüyle kaçıyordu, nereye olduğunu bilmeden. Birkaç dakika daha hızlıca koşmasının ardından birden durdu. Bir ayak sesi işittiğini düşünüyordu. Etrafına bakıp kaçacağı bir yer aradı, fakat hiçbir uygun yer yoktu. Birkaç adım ötede bir kanalizasyon kapağı gözüne çarptı, oraya doğru seyirtti, kapağa elini uzattı fakat kapak hızla açılıp suratına çarptı. Sersemlemişti, yere doğru düşmeye başladı fakat yere düşmeden umutsuzluk tüm vücudunu kaplamıştı bile.

***

"Uyan bay Günahkar. İsmini bilmediğimden seni çağırmak için mektup yazamadım, kusura bakma."

Günahkar gözlerini araladı. Som altından bir binada, metal bir sedyenin üzerindeydi. Etrafında birkaç adam hızla koşuşturuyordu. Birden üşüdüğünü hissetti, üzerinde cüppesi yoktu, sadece pis olduğu her yerinden belli olan gri bir gömlek ile aynı pislikte ama yeşil bir pantolon giyiyordu. Şaşırdı, bunlar standart hapishane kıyafetlerinden değillerdi, aksine bunlar Saray A'nın personel kıyafetleriydi.

"Marangoz'umuzun bedeniyle senin bedenin, ne şanstır ki aynıymış. Siyah cüppene ise kavuşacaksın merak etme." Günahkar hızla doğrulup karşısındaki adama baktı, karşısındaki adamın mesleği kafasındaki elektronik, altın renkli zeytin dalı'ndan, kollarındaki altın renkli metal bilekliklerden ve üzerindeki altın zırhtan da anlaşılabilinirdi, karşısındaki Kral A'ydı. Günahkar kayıtsızca Kral'ın gözlerinin içine dik dik bakmaya başladı.

"Cesursun demek? Evet, buna kefil olacak binlerce ceset vardır, eminim. Ve nasıl olup ta Stadhoexvas nüfusunu kanserden daha çok azaltmayı başarabildiğini benim bile merak ediyor olmam cabası." dedi Kral. Kahverengi gözlerinden hem hayranlık hem de eşit dereceli bir öfkeyi aynı anda, adeta fışkırtabilmesi hayranlık uyandırıcıydı. Tacının bir bölümünü kapadığı sarıya boyanmış saçları artık yavaş yavaş aklaşmaya başlamıştı. Bembeyaz teninde, alnındaki zeka kırışıklıkları dışında tek bir kırışıklık bile yoktu. Bu onu olduğundan genç gösteriyordu ama aslında neredeyse 50 yaşındaydı. "Evet" dedi Kral "seni buraya neden çağırdığımı merak ediyor musun?" Günahkar kayıtsızca bakmayı bir an olsun kesmeden cevap verdi "Benimle işbirliği yapmayı planlıyorsunuz. Sizin pis işlerinizi yaparsam bana para ödeyecek, ve hapse girmekten kurtaracaksınız." Kral şaşırmıştı, kızgınlıkla "Sana bunu kim söyledi? Kim?" diye sordu. Günahkar ağzında belli belirsiz bir sırıtışla "Stadhoexvas'ın ilk kralı siz değilsiniz Kral A. Ve bende yeni yetme bir hırsız değilim." dedi. Sesindeki bu kayıtsızlık kralı sinirlendirmişti, az önceki kızgın ses tonunu aratacak bir tonla "Ya öyle mi? Korumalar! Atın bu adamı kodese! Yemek de vermeyin sakın!" diye bağırdı. Günahkar, Korumalar onu götürürken bile aynı kayıtsızlkta bakıyordu.

***

Üç koruma, bir masanın etrafına toplanmış yemeklerini ağır ağır yiyorlardı, etraflarında yuvarlak şekli oluşturan on adet hücre ve dışarı açılan iki kapı vardı. Masanın hücrelerin oluşturduğu çemberin tam ortasında durması kastiydi. Bununla uzun süre yemek yememiş mahkumların yıldırılmasını kolaylaştırmak amaçlanıyordu. Günahkar, yemekleri tam görecek bir biçimde hücre parmaklıklarına zincirlenmişti, üç gündür açtı, fakat kendisini daha önce de açlıkla imtihan etmişti, ve bir hafta boyunca aç kalabiliyordu. Önünde arada elindeki butu ya da çorbayı ona doğru uzatarak yiyen gardiyanların olması ise, o kayıtsız ifadesini bozmuyordu, Günahkar bunların hepsine hazırlıklıydı. Üç saat süren yemeğin ardından hücreler mekanizmalar tarafından uzun bir koridorun en gerisine çekildiler ve orada karanlıkta az önceki zincirlerinden salınıp bekletildiler. On dakika geçmeden her hücrenin koridoruna giren gardiyanlar, hücrelere vardılar. Günahkar'ınki yanında bir adet but getirmişti, amacı yemek arttırmamak değildi tabii ki. Amaç Günahkar'a kaçışın olmadığını hatırlatmaktı, Kral'ın istediğini yapmak, yemek yemek demekti, sorun şuydu ki, o koğuştaki mahkumların hiçbirinden herhangi birşey istenmiyordu.

Günahkar'ın gardiyanı kendisinde kronik öksürme hastalığı olduğu için onun için normal hale gelmiş bir şekilde öksürür ve elindeki butu yavaşça kemirirken hinlik dolu gözlerle Günahkar'a baktı. Günahkar ise ona bakmamayı sürdürdü, onun yerine dikkatini yerdeki bir deliğe verdi. Gardiyan yarı öksürür yarı gülerek "Uğraşma şeker şey, onu açamazsın. Günışığını bir daha göremeyeceksin." dedi. Günahkar kafasını kaldırdı, ve ani bir hareketle delikten çıkardığı kemiği gülen gardiyan'ın ağzına fırlattı. Dünden kalma tavuk kemiği sessiz bir şekilde gardiyan'ın boğazına kaçtı, ve onu aksırtmaya başladı. Hemen ardından Günahkar hızla doğrulup şimdi koridorun ağzına doğru hareketlenmiş olan gardiyan'ın ayağını, kolunu parmaklıkların arasından çıkartarak yakaladı. Onu kendine doğru çekti ve ayağı parmaklıklar arasına sıkışınca durdu. Gardiyanın ayağını iki elinin arasına aldı ve hızla saat yönünde çevirdi. Hala öksürmekte olan gardiyan kıpkırmızı oldu, fakat ses çıkaramadı. Günahkar bunun üzerine bir defa adamın ayağını hızla çevirdi, ve bir çat sesi bütün koridoru kapladı. Hücrenin içinde açlıktan ilk çığlık atan adama şükürler olsun diye düşündü Günahkar, onun yüzünden gardiyanların sesleri dışında hiçbir ses bu odayı terketmezdi. Günahkar suratında pis bir sırıtışla kendi kendine "Yediğinin kemiklerini ardında bırakmanın beni daha fazla acıktıracağını düşünmek bir hataydı." dedi ve gardiyanın elini eline alıp parmağını kapının parmak izi okuyucusuna tuttu, ve kapı açıldığında hızla koridoru terketti. Onikigen şeklinde tasarlanmış odada diğer hücrelerin de koridorlarının gerisine çekildiğini zevkle farkeden Günahkar dışarıya açılan kapının üstündeki camı kırarak öteki taraftaki kola uzandı. Kapıyı yavaşça ve sessizce açan Günahkar taht odasına doğru hızlı adımlarla yürüdü.

***

"NE! NE DİYORSUN SEN?! NE DEDiĞİNİ DUYUYOR MU KULAĞIN?!"

Günahkar odaya daldığında Kral A yanındaki adama böyle bağırıyordu. Yanındaki uzun boylu, kaslı, mavi gözlü ve garip duruşlu adam ona az önce hoşlanmadığı şeyler söylemiş olmalıydı, ve Günahkar nedense bunların kendi hakkında olduğundan kuşkulanıyordu. Yavaşça "Merhaba Kral" dedi. Yerinden hoplayıp Günahkar'a dönen Kral'ın yanındaki adam ise Günahkar'a tanıdık geliyordu, ama bunun olmaması gerekirdi. Günahkar'ın karşılaştığı hiçbir polis Kral'a brifing verecek pozisyonda değildi. Günahkar'ın bu düşünceleri Kral'ın şaşırtıcı bir biçimde hayranlık dolu sesiyle bozuldu "İnanılmaz! Demek gerçekmiş! Bir gardiyanımı öldürdün, fakat buna rağmen taht odasına kadar gelebildin ha? Üstelik eğer Koordinatör Kukla seninle şahsen görüşmek istemeseydi hiç farketmeyebilirdikte! Çok şaşırtıcı. Çekirdek korusun, seni düşmanım olarak istemezdim." Günahkar yüzünde pis bir sırıtışla "Eğer paranız varsa, bende." dedi. Kral bunun üzerine kuşkulu gözlerle "Beni uyurken öldürmen ve bütün paramı alıp kaçmayacağını nereden bileceğim?" diye sordu. Günahkar sanki çok basit birşeyden bahsediyormuş gibi "Bu şehirden ayda 6 milyon altın kazanıyorum, eğer sizi öldürürsem bu kazanç ayda 1 milyona düşecektir." dedi. Kral az öncekinden daha kuşkulu bir ses tonuyla "Kim?" dedi "Kim Kral'larını öldürmüş ve ülkeye kaos getirmiş birine 1 milyon altın verebilir ki?" Günahkar aynı ses tonuyla "O kaostan faydalanacaklar" dedi, "Hiç mafya diye bir terim duymuş muydunuz?" Günahkar'ın bu kayıtsızlığı Kral'ı etkilemişti, "Seninle bir iş konuşmak istiyorum" dedi. "Senden üç ay önce kaldığın bir yeri yoketmeni istiyorum. İsmi Södo." Günahkar suratında hafif bir kaygı belirtisiyle "Bana yemek vermiş ve benim hayatımı kurtarmış insanları öldürmemi mi istiyorsunuz?" diye sordu. Kral "Sadece öldürmeni değil, binalarını tamamen havaya uçurmanı istiyorum" dedi. Günahkar, hafif bir duraksamanın ardından o meşhur kayıtsız ses tonuyla, "6 milyon altın." dedi. Kral'ın birkaç saniyelik tereddüt'ün ardından kafasını sallamasının ardından ona cüppesini getirmiş kadından cüppeyi aldı, ve üzerine tek bir hareketle geçirerek hızla kayboldu.

Yorumlar

Popüler Yayınlar