Blog Savaşları : Beyaz Dalga

Birşeyler oluyordu.

Bunu kemiklerinde hissediyordu.

Ölüm yaklaşıyordu.

O fütursuzca kasabalardaki direniş gösteren insanları katlediyor, teker teker kaynakları ele geçiriyor, bu sulak dünyayı önünde diz çökmeye zorluyordu.

Fakat ölüm, yine de yaklaşıyordu.

Adamlarından biri, ilk iki kasabaya yerleştirdiği 20 adamdan biri, sadece biri geri dönmüştü. Anlattıkları Cat'i korkutmuştu, büyük bir ordu, başlarında yüzünden korkulan bir adam ve hepsinin suratında aynı yılmaz ifade.

Fakat ölümün yaklaşmasını bütün benliğinde ona hissettiren, onu hiç korkmadığı kadar korkutan, onu hiç titremediği kadar hızla titreten bu değildi. Daha önce de yılmaz askerlerle savaşmıştı, daha önce de kralları devirmişti, daha önce de ölüm görmüştü. Kendi ellerinden, ya da düşmanın ellerinden.

Bu konuda bir sorun yoktu, hayır, Cat'i korkutan bu değildi.

Cat, ömründe iki şeyden korkardı, ölmekten, ve sudan. Güneş onun için öldürücüydü ve ondan korkuyordu, fakat su kadar değil. Su acıtırdı, öldürmez, acıtır. İşkenceydi onun için su, ve tenine bir damla su değdikten sonra, ölüm bile tatlı gelirdi bir vampir'e. Gece saldırmaları güneş sorunun hallediyordu, fakat su sorunu, işte o, biraz büyük bir sorundu. Her taraf, ama abartısız her taraf sularla doluydu.

Fakat bu da Cat'i korkutan neden değildi.

Cat, o nedenin ne olduğunu anlayamaz bir biçimde öylece savaş alanının ortasında durdu. Kendi kendine mırıldanıyordu, kimse ne dediğini anlamıyordu, bütün köylüler, bütün askerler durup ona baktı.

O ise hiçbirine bakmadı.

Ölüm yaklaşıyordu, ve o da bununla bildiği en iyi yoldan savaşıyordu.

Bekliyordu. Atalarının ismini sayıklayarak, kaçınılmazdan korkmamak için cesaret topluyordu. Diğer askerler hiçbirşey anlamamıştı, fakat Cat biliyordu. Bir vampir, ölümün ve suyun, aynı hızla, aynı hedefe doğru geldiğini anlar.

Ve kimse ne olduğunu anlamadan büyük ve gür bir ses duyuldu, başka herkes bu sesten korkmuş olabilir, ama Cat ne dediğini anlıyordu.

"Geliyorum." diyordu ölüm, bütün haşmeti ve kudretiyle. Büyük, bembeyaz bir su dalgası geliyordu, hiçkimse karşısından çekilmeye, koşmaya, kaçmaya ya da sefil hayatlarından geriye ne kalmışsa onu ellerinde tutmaya çalışmadı, herkes bu gelenin kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Büyük bir kaplan, büyük, bembeyaz bir kaplan, ardına sürüsünü takmış, kanları temizlemek için geliyordu. Yavaşça, ve "Geliyorum" diyerek.

Ve bir anda, o bir ufak anda, dalga hepsini vurdu. Önce ön tarafta savaşan askerleri vurdu, hepsi katlettiklerinin acısına eşdeğer bir acı içerisinde unutuldular.

Sonra, kumandanları vurdu, hepsi katledilme emrini verdiklerinin acısına eşdeğer bir suçluluk duygusu ve onursuzluk içerisinde ölüp gittiler.

Ardından, bunu en çok bekleyen kişiyi, Cat'i vurdu. Kendini acıya hazırlamıştı ama, buna hiç hazırlıklı değildi.

Huzura kavuştu Cat. Catistae Niel, vücuduna değen tek bir su damlasından korkan Catistae Niel, beyaz bir dalganın içinde mutlulukla ölüp gitti.

Ve en son, Leviathan'lı köylülerin cesetlerinin üzerini örttü dalga. Hepsi de sanki hiç savaşmamışlar, sanki hiç evrenler çarpışmamış, sanki hiçbirşey olmamış gibi ayağa kalktılar. Herşey belleklerindeydi, fakat hiçbirşey hatırlamıyorlardı. Herşeyi tecrübe etmiş gibi kalktılar ayağa, fakat hiçbirşey hatırlamıyorlardı.

Tanrıçaları, büyük bir sınavı atlatmıştı.

Tanrıçaları, büyük bir tecrübe edinmişti.

Tanrıçaları, huzurun, sükûnetin, bugünün değerini bilmenin, geleceğin neler getireceğinden korkmaktan daha önemli olduğunun bilincindeydi artık.

Ve Leviathan onu ödüllendirmişti, kimseye zarar vermeden uyanmıştı Leviathan, hiçbir çocuğun kalbi sökülmeden.

Fakat köylüler, hiçbirşey hatırlamıyorlardı.

Hatırlamaları da gerekmiyordu zaten.

Yorumlar

Batu dedi ki…
***** maaaasallah 5 yıldızlı yazı
Cattenlent dedi ki…
bunun basi, sonu, devami var mi?

ovme ozurluyum ama cok begendim

Popüler Yayınlar