Teardrop on the fire of a confession, fearless on my breath, most faithful mirror.

4 gündür manyak gibi House seyrediyorum. Birinci sezonun onbirinci bölümünden üçüncü sezonun ikinci bölümüne geldim, daha üçüncü sezon bitirip dördüncüye geçeceğim. Bu manyak maraton sayesinde şu an biri esnediğinde"hmm kardiyomalektik taşikardi belirtisi olabilir, Foreman, kan testleri yap. Cameron, hastanın esnemeden önce ziyaret ettiği yerleri ara, eğer bir şey içtiyse örnek alıp laboratuara yolla. Chase, sen de hastanın nefesini kokla, eğer alo bahar kokusu varsa hostalektik manifaktör olabilir, eğer durum buysa hemen antibiyotik tedavisine başlayın." şeklinde tepki verebiliyorum. Beni diziye böyle manyak gibi çeken ne bilmiyorum, ama dediğim gibi, 4 gündür House seyrediyorum ve gözümde daha rahat iki günü var. Bakacağız.

***

Dün gece alarm çalıştı mı, çalışmadı bilmiyorum, sahura kalkamadım. Akla en yakın teori çalıştığı ve benim onu kapattığım yönünde. Bu teorideki pürüz ise ufacık, genelde böyle bir şey olduğunda hatırlıyorum. Hatırlamamam, acı verecek bir barizlikte uykuya ihtiyacım olduğunu gösteriyor. Yaklaşık iki haftadır (haftasonu dışında) geceleri 5-6 saat uyuyorum. Okula sorun olmaz diyordum ki, bugün Psikoloji dersinin son 20 dakikasında gözlerim kendimi ne kadar rahatsız etmeye çalışırsam çalışayım açık kalamayınca yumruğu masaya bir noktada vurmanın gerekli olduğunu idrak ettim. Şimdi saat 22:28, normalde gece bir gibi falan yatıyordum, ama yarın da bir psikoloji dersinde sızarsam hiç hoş olmaz. O yüzden büyük ihtimalle bir House bölümü seyredip yatacağım, belki Sims 2'yi indirebilirim tabii, bilmiyorum. Aslında Sims 2 hakkında onu indirmeyi isteyecek kadar beni cezbeden şeyleri biraz daha şişede bekletip Sims 3 gelince salabilirim. Böyle bir durumda hadiseden daha zevk alacağım muhakkak tabii... evet sanırım böyle yapsam daha iyi. Zaten beklentiler çok güzel ve araştırılası şeyler, bu şekilde manipüle edilince de itiraz etmiyorlar. Yani, en azından, edenini duymadım.

***

xkcd'nin arada çizgiden taşmaktan kendini alıkoyamayan teması, the tangent'in not as good as the book'unda o kadar kalın çizilmiş ki. Bilim-kurgu kitaplarıyla büyüyen bir gençliğin "terlikler ayağında bir akşamın rahatlığını maceraya takas etmiş" olduğu gerçeğiyle yüzleşmek, pişmanlık. "Saat onu yirmi geçiyor ve kimse henüz Mars'a ayak basmadı. Ne oldu bana? Yanlış bir yola mı döndüm? Geleceğe ne oldu? Kitaptaki kadar güzel değil, hem de hiç.". O kadar yaralı ve o kadar hisli bir tema ki bu. Çünkü Randall Munroe'da xkcd'de "Hayallerimize ne oldu? Yaşam içerisinde tecrübe edebileceğimiz şeylerin sayısı akıl almayacak bir sonsuzlukken, nasıl oldu da bilgisayar başında inbox'ımızı günceller olduk?" diye sorarken aynı şeyleri aktarıyordu. Peki bana ne? O neslin bir parçası değilim, acılarını idrak edecek kadar iyi bir kalbim de yok. Ama temanın bana aktarılmasından zevk alıyorum, o acının notalar veya çizgiler hakkında bana gelmesi beni güçlendiriyor, zevke götürüyor. Bu yüzden sanatı seviyorum işte. Sanatın bana bu satırları yazdırmasını seviyorum. Sevmediğim, sevemediğim günün gelmesi ihtimalinden korkmamı seviyorum. Ve bu arada... hanginiz pembeydi?

Yorumlar

Popüler Yayınlar