Time has stopped before us, the sky can't ignore us.

benim fazla arkadaşım yok. yani sabahlara kadar muhabbet edeceğim bir sürü insan var tanıdığım, oturup vakit geçirebileceğim onlarca kişi tanıyorum. ama fazla arkadaşım yok.

bu az sayıda arkadaşın arasında da bana yakınları çok fazla yok... hiç olmadı. ilköğretim hayatım boyunca üç yakın arkadaşım vardı, ikisi kızdı ve onlarla beraber büyümüştüm. üçüncüsü ise okuldandı, ikimiz de sınıf içerisinde popülarite olarak belli noktada olmamakta birleşmiştik... o yüzden ilk gerçek arkadaşımı lisede bulduğumu anlatırım hep ben.

şu an üç yakın arkadaşım var, benim her şeyimi bilen ve benim haklarında her şeyi bildiğim. biri istanbulda, biri ankarada ve biri bulgaristan'ın burgaz şehrinde. peki onların diğerlerinden farkı ne?

bunun üzerinde düşünüyorum bayadır, onların altını benim için bu kadar çizen ne? çünkü benim gerçekten sevdiğim çok insan yok, az da diyemem onlara ama çok da değiller. o sevdiğim insanları üç arkadaşımdan ayıran ne?

biriyle ilkokulda lgs'ye hazırlanırken ikimizin de çağrıldığı bir nevi özel derste tanıştık, sonra ikimiz de lgs'de aynı anadolu lisesini kazandık. bu raddeye kadar hala yakın değildik, yakınlığımız tamamen benim ona "sende ps2 mi var?" diye sormamdan sonuçlanmış bir şeydi. bir gün sonra o bana geldi, bir gün sonra ben ona gittim ve o sene boyunca her cuma günü boyunca ben onlarda ps2 oynadım, o ise bize gelip pc'de worms'de canıma okudu. sonra lise birde bulgaristan'da çalışan babasının yanına taşındılar ailecek. iletişimi koparmadık.

diğeriyle lisede ilk iki sene aynı sınıftaydık, ama yakınlaşmamız tamamen "oha wow mu oynuyorsun?" sorusundan kaynaklanıyor. o bir sene boyunca beraber takılıp wow konuştuk, sonra hayatı konuştuk, sonra o kadar konuşmuştuk ki konuşmamıza gerek kalmıyordu artık iletişmemiz için. farklı zaman ve farklı yerlerde size farklı gelebilecek düşünceleri aklımızdan geçirmek bize normal geliyordu. lise boyunca hep beraber takıldık, şimdi ben amerikaya gidiyorum ve ankarada üniversite okuyacağım, o ise itü'ye girecek büyük ihtimalle. iletişimi koparmayacağım.

üçüncüsüyle ise level forumlarında tanıştık. ilk tanıştığımızda yakın değildik, hatta doğru düzgün tanışmıyorduk bile, ama konuştuk. konuşmaya devam ettik bir şekilde. bir şeyler söyledik birbirimize, o bir şey söyledi ben dinledim, ben bir şey söyledim o dinledi. o kadar oldu ki bu, o benim hakkımda kişisel bilinebilinecek her şeyi biliyordu, ben de onun sevgilisine geçen mesajda ne dediğine kadar her bir boku biliyordum. sonra görüştük, büyük ihtimalle hayatımın en güzel günlerinden birini geçirdik beraber, sonra üniyi aynı şehirde okumayı planlamaya başladık. şimdi büyük ihtimalle ikimiz de aynı üniversitede okuyacağız. iletişimi koparmamız gibi bir şey söz konusu değil takdir edersiniz ki.

peki fark ne?

ben biliyorum sanırım.

hiçbirinde onlarla yakın arkadaş olmak için efor sarfetmem gerekmedi... her zaman davranışlarım ve onların tepkileri bir bütün oluşturdular, oturdular oturmaları gereken yerlere. onlarla kavga ettim, tartıştım, nanosaniyeler için nefret bile ettim... ama efor sarfetmedim. ek bir çaba yoktu, doğal etkilerin doğal tepkileriydi bizi yakınlaştıran.

fark.

onları seviyorum.

***

bir an, bir ufacık, basit bir an bir şeyler uyandırılıyor içimde. bir şarkı sözüyle, bir sahnelye, bir grafikle... bir şeyler oluyor bir an. bir ufacık an o beni uyandıran gibi olmak istiyorum, onun gibi yazmak, onu yazmak, çizmek, ona benzemek bir şekilde... sonra gidiyor bu. bastırılıyor, unutuluyor, unutturuluyor, yalanlanıyor belki. ama bir kere geliyor bu uyanış ve nedense hep geldiği gibi gidiyor. ama bazen gidişi ölümü olurken, bazen de yepyeni bir şeyin doğumu oluyor. başkalarını uyandıracak bir şey belki de. yeni bir söz, bir sahne, bir grafik... ve sanatın ölümsüzlüğü de işte böyle sağlanıyor.

***

tangent'ın four egos one war'ının başında da, riverside'ın beyond the eyelids'inin başında da, içe doğru bir ses var, bir ağıt gibi. uzuyor sanki ses bir noktayı hedefleyerek, sanki zamanın yavaş olduğu bir şekilde söylenmiş. bu tür vokaller inanılmaz etkiliyor beni, keşke daha fazla şarkı bulabilsem bunların içinde bulunduğu.

***

o gün radyoya yazmıştım da şu tespiti, buraya da geçirmek istedim biri okur belki diye. pek sanmasam da bir şeyler çıkmak zorunda, değil mi?

her neyse, söz ettiğim şey progressive müziğin iki tarafı arasındaki farklardı... Canterbury Scene ve yeni nesil prog. Canterbury Scene, ingilterenin canterbury kentinde ortaya çıkmış bir prog akımı, 60'ların sonundan 70'lerin ortalarına kadar popülaritesini felaket koruyor üstelik. soft machine, gong, national health, hatfield and the north ve caravan üzerine şekillenmesine rağmen camel, gilgamesh, kahn gibi gruplar da bu akımın önemli parçaları kabul ediliyorlar, çünkü genel olarak bir ortak paydada buluşuyorlar: prestij. canterbury akımı hayat yerine edebiyat ve jazz'dan besleniyor. kişisel problemler konu olmuyor asla yedi dakikalık epiklere, onun yerine tolkienin eserleri hakkında şarkılar yazılıyor. ve bunun bir sonucu olarak da canterbury çıkımlı her grup teknikalitenin duyguya bir üstünlüğüyle donanmış oluyor, daha aydınlık belki ama daha elit ve daha prestijli.

fakat bunun vakit içerisinde gücünü yitirdiğini hepimiz biliyoruz sonuçta... ve bugüne kadar progun varyasyonlar geçirdiğini de. fakat bugünün progunda hiç canterbury sahnesine yaraşır şarkılar yok, bulunması mümkün değil. neden biliyor musunuz peki?

basit bir sebepten: bugünün progunun tek konu kaynağı hayatın bizzat kendisi. kişi, şahıs, aşk, duygu, popüler kültür belki, hatta sosyoloji, ama her zaman hayatın içi. sanatı konu alan bir sanat dalı değil yeni neslin progressive'i, tam aksine kendi gözlemleriyle yaşayan bir çatı. kendi kendine varoluyor ve kesinlikle canterbury'den daha gerçek.

öyle... söylemek istedim sadece.

Yorumlar

Ahmet Kamil Keleş dedi ki…
"benim fazla arkadaşım yok. yani sabahlara kadar muhabbet edeceğim bir sürü insan var tanıdığım, oturup vakit geçirebileceğim onlarca kişi tanıyorum. ama fazla arkadaşım yok."

Ben oturup saatlerce konuşabileceğimiz kişilere arkadaş, yazında anlattığın kişilere de dost derim. Ama adın ne önemi var?

Dostu arkadaştan ayıran şeyin ne olduğunu merak ederim. Aralarında çeşitli ortak paydalar bulunduğu için mi insanlar dost olurlar? Veya birbirlerinin eksik yönlerini tamamladıkları için mi?

Bunun sadece efor sağlamamış olmayla ilgisi olduğunu sanmıyorum.
yiğitcan dedi ki…
sen sanmıyorsun, ben sanıyorum ve bu sanrıların arasındaki farkın iki kişi arasındaki farktan kaynaklandığına inanmamın artık bir mecburiyet raddesine gelmesine sebep olacak kadar fazla yanıldım bu konuda.
Ahmet Kamil Keleş dedi ki…
Haklısın...

"Dostluk şöyle şöyle bir şeydir, dostluğun şartları bilmem ne bilmemnedir." şeklinde kesin bir görüş belirtmek mümkün değil, çünkü arkadaşlıklar/dostluklar öznel bir şekilde yaşanılır.

Popüler Yayınlar