yanlış hikayeler: bölüm dört
"Senden nefret ediyorum" dedim sakince. Boğazımda biriken bir nefret vardı oysa ki, onun kulaklarının duyduğu hiçbir şeyin anlatmadığı bir nefret. Sıkışmış hava gibi, nefes borumdan dudaklarıma, oradan da tüm dünyaya sıçrayacak bir zehir gibi. Kanlı, yanlış, acı veren, dokunduğu yerleri nefessiz bırakan bir nefret. Göğsümdeki o büyük oyuğun sebebi.
"Senden nefret ediyorum" dedim tekrar. Umrumda değildi ne düşündüğü, canının acıyıp acımadığı. Uzun saçlarının arasında donup kalmış suratının ne ifade ettiği umrumda değildi. Oracıkta yıkılmalıydı o, yere düşmeliydi, ölmeliydi. Bu dünyada hiçbir şeyi haketmiyordu. Kırılmalıydı, biri onun o aptal suratını parçalamalıydı, hak ediyordu bunu. Göğsümdeki oyuk büyüyordu, hepsi onun suçuydu, hepsi onun geldiği gün başlamıştı.
"Senden doğduğun günden beri nefret ediyorum" dedim üstüne basa basa. Korkmuştu, şaşırmıştı, hakettiğini düşündüm birden. Sahip olduğum her şeyin, sahiplikleri varolmama sebep olan her şeyin yokoluşuydu o. Hayatımı mahvetmişti, satmıştı, tecavüz etmişti. Varlığı bir küfürdü, orada duruşu, mutlu oluşu, ben her şeyimi kaybetmişken onun orada gülümseyebilişi. Tüm param onun bu dünyayı kirletmesine sebep olan öteki kişi yüzünden gitmişken onun etkilenmeyişi, değişmeyişi, rutinini bozmayışı.
"Baba..." diyebildi sadece. Ağzından nefret ediyordum, dudaklarından, o aptal bakışından, o renksiz, hissiz gözlerinden, fahişe lise eteğinden. Benim açlıktan ağzım kokarken onun yediği her yemekten, arkadaşları arasında rezil olmamak için satın aldığı her kıyafetten nefret ediyordum, onu kolejde okutmak için harcadığım her kuruştan ve en fazla da ondan, odanın içindeki duruşundan, ayaklarından, bacaklarından ve vücudunun her kısmından.
Ondan önce ne olduğum aklıma geldi sonra. Ondan önceki hayatım, hayallerim, onun annesiyle evli harcadığım senelerim, yıktığım ve yokettiğim yaşamım. Onun için, yapabileceğimden çok daha azını yapmamın acısı tekmeledi göğsümü, olabileceklerim geçti aklımdan. Gençliğim, güzelliğim, sahip olduğum her şeyim. Ve onun tüm bunları yok edişi.
Orada hareketsiz duruyordu, mutfağın tam ortasında, aptal dudaklarında az önce söylediği kelime donmuş kalmış, ne yapacağını bilmeden öylece duruyordu. Ona baktım, sadece bir saniye, onun o korkmuş, hayat emen, hayal yok eden gözlerine baktım.
Koştum, hiçbir şey demeden, üzerine koştum, korktu, geri bir adım atmayı denedi, yapamadı, başaramadı. Boğazından yakaladım onu, yere yatırdım. Elimi tutmaya çalışıyordu ojeli elleriyle, suratı morarıyordu. Ses yoktu hiç, ortamdan yayılan bir ses yoktu. Kafamda bir şarkı dönüyordu, o doğmadan çok önce duyduğum bir şarkı. Daha da sıkı sarıldım boğazına, tüm gücümle, tüm hışmımla. Köpek gibi debeleniyordu elimin altında, eteği çırpınmaktan beline kadar gelmişti, iç çamaşırı giymemişti, gözüküyordu. Niye olduğunu biliyordum, eğlenecekti bu akşam. Ben eve yorgun bir şekilde gelecektim, onun eğitimi için, onun annesinin benden aldığı paranın kalanıyla bir yaşam yaratmaya çalışmaktan yorgun bir şekilde gelecektim. Bana hiçbir şey kalmayacakken, benim elimde sadece kırık gerçekler olacakken, o eğlenecekti. Daha da sert sıktım boğazını. Gözlerinin önünden geçen on altı yılı seyrettim, daha da sert sıktım, bu dünyada geçirdiği her saniye beni yok ediyordu. O var oldukça ben yok oluyordum, o yok olmalıydı, tek çare buydu. Sıkmaya devam ettim boğazını, artık debelenmiyordu, gözleri deli gibi kapaklarının içinde dönüp durmuyordu, ama ben sıktım, daha sertçe, daha kararlı bir biçimde.
"Senden... nefret ediyorum..."
Elimi boğazından çektim hızlıca. Ölmüştü. Gitmişti, yok olmuştu, artık yoktu.
Hiçbir şey gelmemişti onun yerine. Onun yattığı yerdeki ölüm dışında hiçbir şey yoktu onun yarattığı oyukta. Hayallerim geri gelmemişti. Olabileceklerimi olmamıştım, olmadıklarımı unutmamıştım. Hiçbir şey vardı şimdi, büyük, koskocaman bir hiçbir şey. Ne yapacağımı bilemeden dayadım sırtımı duvara, gözlerimi yere çevirmek, ondan arta kalanı görmek istemiyordum.
Kalktım, çalışma masasını buldum odamda. Çekmeceyi buldu ellerim, ne yaptığımı bile bilmiyordum. İçine giren elim bir metale değene kadar da anlamadım vücudumun beni nereye getirdiğini. İşte buradaydım, elimde bir Smith & Wesson, mutfağımın zemininde kızımın cansız vücudu. Hayallerim buradaydı işte, silahın içinde, barutla kurşunun dokunacağı noktada bir yerde, hiçlikte. Olabileceğim tek şey buydu, tüm hayatım boyunca, tüm varlığım boyunca bu noktaya getirmişti zihnim beni. Hayatımın tüm yolları bu noktaya, bu Smith & Wesson'ın ucuna getirmişti beni. Namlu kapkaranlıktı. Sol gözüme dayadım silahı. Ufacık bir delikti, ufacık, gözümden bile küçük bir delik.
Hiçbir şey vardı namlunun içinde, büyük, koskocaman bir hiçbir şey.
Tetiği çektim, kanlar içinde, parçalanan et ve kemik mavi halıya dağılırken, o koskocaman hiçlik beni yok ederken öldüm. Her şey netti, açık, doğru ifade edilmiş, doğru anlatılmış. Her şey etlerimin döküldüğü mavi halıda gerçekti. Ben ölmüştüm.
Yorumlar