Past the mission, behind the prison tower.
İnsanlar Sims'te ne buluyor biliyor musunuz? Kırık hayallerini. Kontrol edebilecekleri ve bükebilecekleri olasılıkları. Yeni evlerini, çocuklarını ve işlerini. Arka bahçelerindeki havuzlarını, apollon vücutlarını ve son model klozetlerini. Sadece bunu analiz edip işleyebildiği için, Will Wright, dünyanın en zeki oyun tasarımcılarından biri.
***
Tabula Rasa almak istiyorum, Tanistlin'i kafalar gibi oldum. ÖSS senesinde ne MMO'su dingil sorusunu da sordum kendime. Ama birkaç açıklamalar da geliştirdim, geliştirmedim değil. İnternet ve sadece İnternet varken multi-tasking bolluğu içerisinde kayboluyorum ve harcamamam gereken değerli zamanım çar çur gidiyor. Ama bir MMO'yu iki saat oynarsam bir doygunlu ve bitiş hissine erebilir ve kafam daha az bulanık kalkabilirim. Öte yandan bu oyun aklımda kalıp beni işgal de edebilir, göreceğiz.
***
Elimde 10 Milyon var. Çok az. Ama bir hayal başlatmak için yeterince fazla.
***
Birşeyler yazmalyım. Anlıyor musunuz beni. Hayır anlamıyorsunuz, anlamamalısınız. Birşeyler yazarak yaşıyorum ben, bunu nasıl anlayabilirsiniz ki?
***
Siktirin gidin ulan. Size diyorum. Ayakları yerden bir hayli yüksek olan hayallerim ve kırık umutlarım. Pılınızı pırtınızı toplayıp, siktirin gidin. Sizsiniz canımı acıtan, biliyorsunuz değil mi lan? Sizsiniz insanların sefil olmasını sağlayan. Ama... ama durun. Gitmemelisiniz belki de. Belki ihtiyacım var size, belki size bağımlı oldum. Ama... ben... bilmiyorum. Hiçbirşey bilmiyorum ben.
***
Geceydi. Gözlerimi kapattım yavaşça. Ellerini uzatıp okşadı yüzümü. "Uyu" dedi. "Beni bekleme.". Islandı birden yanaklarım, gözyaşlarım dudaklarımın üstüne yöneldi sığınak bulmak için. Parmaklarının ucuyla durdurdu her birini. "Son bir öpücük" dedi, "son bir hoşçakal.". Yaklaştı yavaşça, ısı yayan bedenime. Birden parçalandı gökyüzü, birden yarıldı yer ve karanlık sardı etrafa. Canım acımaya başladı, ölmek istedim. Uyumak istedim, sonsuza dek. Herşeyi kaybediyordum, herşey kayıyordu, ellerim kaygandı ya da ben tutmak istemiyordum. Gözyaşlarım hala dudağımın üstündeydi, onun parmaklarını ise hissedemiyordum. Yanıyordum. Bütün vücudumla, her zerremle. Bağırdım, saatlerce, aylarca, yıllarca bağırdım. Gözlerimi açmadan, deryalar tükenene değin, cihan durup uyuyana dek bağırdım. Kendime ihanet edene kadar bağırdım. Bağırdım ve sonra sessizlik geldi. Barış. Huzur. Meşk içinde söylenen bir ninni ve beyaz bir rahatlığın uyuşturucu azabı. Bitmişti herşey ve etrafımdaki tek şey konuşan insanlardı. Konuşan insanlar, başka birşey değil.
***
Ay gözetiyordu onları. Sonsuza dek de gözetmeye devam edecekti, o işi gözlerle yapmıyordu çünkü. Yıldızlar akıyordu üzerine onların. Her bir yıldızın ardında herkes vardı, şarkı söylerek geliyorlardı hem de. Fırsatlar kayıyordu gözlerinin önüne. Aşk geliyordu ve yamaçlarına oturuyordu. Aşıktım onlara. Aşıktım onların her zerresine ve temsil ettikleri her şeye. Aşıktım onlara. Aşıktım onlara ve şarkılar söylüyordum kayan yıldızların önünde. Aşıktım onlara. Aşıktım onlara ve umursamıyordum şarkının bitip bitmemesini.
***
Bir gülümseme. Onu bulmak bu kadar zor mu gerçekten? Bu kadar beyhude olabilir mi arayışımız? Yoksa onu kayıp mı ettik? Hayata kafamızı kaldırıp "neyin varsa vur, umrumda değil" deme özelliğimizi yitirdik mi? Değiştik mi gerçekten? Üzücü. Üzücü, çünkü korkuyoruz demektir bu. Hayatın bizi değiştirdiği her an acı çekiyoruz demektir. Hayata kafamızı kaldıramıyoruz demektir.
***
Sesler. Önce sadece onlar vardı. Önce sadece sesler vardı, belli belirsiz inlemeler. Havanın iki kaynak arasında sıkışmasından ileri gelen belli başlı çıkışların meydana getirdiği sesler. Kış geldi sonra. Üşüdük ilk önce, fakat sesler vardı hala. Acı hissetmiyorduk. Hızlandık birden, hızlandık ve daha ilerisini hesapladık. Daha da hızlandık. Daha da hızlandık ve tepe noktasının pençelerini hissettik soğuk ensemizde. Titredik, titredik, titredik, titredik ve titremeye devam ettik. Daha da hızlandık ve hızlandıkça daha da titredik. Girdap başladı sonra, biz ne olduğunu anlamadan sesler yokoldu. Sadece biz vardık artık. Ve kesildi herşey. Karanlık. Karanlıkta hafif hafif atan kalbimiz. Yitiyorduk. Dizlerimizi bacaklarımıza çekip aşkımıza sarıldık yavaşça. Kendi dünyamızda intihar ettik. Acı yoktu. Günah yoktu. O an, o kısacık, o hissiyatsız ve ruhsuz o an için siyah yoktu. Sesler yoktu. Sadece biz ve beyaz gerçeklerimiz vardı. Uyuşmuştuk. Aşkın en acı yolundan gitmiş ve intihar etmiştik. Meleklerin üstüne kan kusmuştuk, ve onlarca günahsızı fırlatmıştık derin karanlıklara. Yalan söylemiştik kendimize. Üşüyorduk. Bağırdık birden, ikimiz de. Utançlarımıza ve kırık yalanlarımıza bakarak bağırdık. İki el silah sesi duyuldu sonra, karanlık ve sessizliğin hemen ardından. Delikler vardı kafamızda. Artık bağırmıyorduk. Sesler geri gelmişti çünkü, bütün hiddetleri ve haşmetleriyle. Daha da hızlandık biz de, günahlarımızı geride bıraktık ve çarpık ve karanlığa adım attık. Hızlandık. Gözümüz görmüyordu hiçbirşeyi, hissetmiyorduk ve duymuyorduk. Yavaşça geliyorduk ve hiçbirşey bizden hızlı değildi. Birden oldu herşey. Girdap başladı, zigzaglar ve korunmasız insanlar. Gümüş karmaşa ve kayıp esintiler. Hepsi birden geldi ve beni yalnız bıraktılar. Öylece, yalnız.
Yorumlar