Ev, bölüm bir: Kaybedilen

Normal bir gün. Nac'in kendine söylediği en büyük yalanlardan biri buydu. Normal olduğuna kendini inandırmak, bütün zerresiyle kitlelerin arasında bir nokta olduğunu kendine yüksek sesle haykırmak. Ama gerçek bundan çok uzaktı. Nac Staperw, son on iki yıldır normal denebilecek bir insan değildi.

Nac, son on iki yıldır, tam 05.57'de kalkardı. Yastığının altından silahını yavaşça alıp, hiç acele etmeden lazer etkili kurşunları tek tek sayardı. İşlem bittiğinde silahı beline takar ve üstüne Staperw Askeri Kuvvetlerinin standart üniforması olan kıpkırmızı deriyi geçirirdi. Giymesi gereken Dhotit zırhları yavaşça bedenine kenetler, bütün işi bittiğinde de kıpkırmızı bir duvara sahip olan tek odalı evinin detaylarını izlemek için yatağının üstüne otururdu. Sonra yatağında son on iki yıldır boş olan kısma bakardı gülümseyerek. O gitmişti ve Nac o gittikten sonra normal olamazdı.

Kiba, onun sevgili Kiba'sı, sessizce gitmişti onun dünyasından. Ona görkemli bir seremoni yapmıştı Staperw'liler, büyük bir mezara gömmüşlerdi Kiba'nın küçük bedenini. Nac'in üç yaşındaki kızı Kiba gitmişti, ve Nac artık normal olamazdı.

Sonra karısı terketmişti onu, Nac'i suçlamıştı giden küçük kız için. Onun yüzündendi her şey, onun mesleği ve inançları yüzündendi. Nac onun gidiş anını hep hatırlardı, o büyük kavgayı, o kanatan sözleri. Normal değildi... hem de hiç.

***

"Niye gitti o Nac? Niye?" diye sordu ağlamaklı bir kadın sesi. Nac odaya yeni girmişti. Hava karanlıktı. Nac, bu soruyla karşılaşmaktan korktuğundan evine girmemek için onlarca neden üretmişti Staperw Askeri Üssünde. Fakat nedenler bitmişti ve eninde sonunda eve gitmesi gerekiyordu. Ama evde onu bekleyen şey ölümdü. Küçük kızının, hayattaki her şeyinin ölümü. Nac'in bir parçasının ölümü. Yine de hayat devam etmeliydi, o devam etmeliydi, durursa her şey yıkılacaktı çünkü. Durursa dünya da duracaktı ve Kiba bunu istemezdi. Kiba'yı düşünmek istemiyordu, sadece koşmak istiyordu, sadece her şeyi geride bırakmak. Her şeyden kaçmak ve tek başına, Kiba'sını aramaya çalışmak. Yalnız kalmak istiyordu Nac. Ama buna rağmen, karşısında ağlamaklı bir kadın, karanlığın içinden yemyeşil gözlerle ona bakıyordu şimdi ve tekrar soruyordu kızının niye gittiğini. Nac bilmiyordu. Bilmek için her şeyini verirdi ama... bilmiyordu.
"Ben..." dedi yavaşça, kullandığı kelimenin arkasından ne getireceğini bilemeyerek. "...ben...". "Evet" dedi kadın, ayağa kalkmıştı. "Sen. Hep sendin Nac. Hep sendin, hep sen. Ve şimdi o gitti... benim... küçük..." Cümlesini tamamlayamadı. Nac, sakarca ona sarılmak istedi, kollarını uzattı ama kadın o kırılgan ruhundan kalan son nefretle baktı ona. Kadının gözlerinden korkuyordu Nac. Bakamadı onlara. "Hep sendin Nac... ve hep sen kalacaksın." dedi, kapıdan çıkıp gitmeden tam önce. Ve odanın karanlığı bir saniyeliğine, kapı açılınca aydınlandı. Işık, ruhu incinmiş bir adamı ve onun arkasındaki duvar saatini aydınlatıyordu. Saat sabah 05.57'yi gösteriyordu. Adam önce saate, sonra da boş yatağına baktı. Ağlamaya başladı.

***

"Rapor verin Prealte." dedi önüne gelen ilk Prealte'ye. Prealteler, başka ırkların askeri sisteminin aksine hiyerarşi dışı bir sistemin ürünü askerlerdiler, sınıf veya rütbeleri yoktu. Prealteler sadece yaptıklarıyla adlandırılırlardı, mühendis Prealteler veya denizci Prealteler gibi. Şimdi Nac'in önünde onu görmüş Prealte bir mühendisti. Yavaşça kafasını sallayarak konuşmaya başladı. "Peki Prealte. Uçmaya hazırız, dhotit zırh tamiri neredeyse tamamlandı. Şu an ısı-korunma-zırhının son ayarları yapılıyor, ondan sonra da birkaç Prealte ile beraber haberi yayacağım. Dilerseniz yardımcı olabilirsiniz, portatif evlerini Sıfır-Noktası haline geri döndürmemiş birkaç Prealte olduğunu duydum. Onlara yardımcı olursanız kalkışta rötar yapmayız ve bu gezegenden çabuk kurtulabiliriz." Nac bunun üzerine etrafına baktı, Sıfırdan-Eve adlı bir şirketin ürettiği portatif ve tek odalı evlerden görüneni yoktu, fakat üzerlerinde bulundukları gezegen dağlık bir araziydi ve onlar Sıvı Dhotit aramak için geniş bir bölgeye yayılmışlardı. Nac mühendise kafasını salladı ve kuzeye doğru yürümeye başladı, oraya giden birkaç Prealte gördüğünü hatırlıyordu. Tam kuzeydeki dağa giden yolu yarılamıştı ki, arkasında büyük bir patlama hissetti. Dönüp bakamadan, ensesinde akıl almaz bir acı hissetti, bir anlığına nefes alamadığını, öldüğünü sandı. Arkasından, buz gibi bir ses geldi o ölüm anını hatırlatacak şekilde. "Et anto alt Systém" dedi ses, yavaşça. Ve bir anda elindeki sert cisimle Nac'in kafasına vurdu. Nac ölse daha iyi olacağını düşünüp bayıldı, zira o sözleri galaksinin her yerinde tanırdı.

"Ben Systém'im" demişti ses. "Ben, N'tigiyac'ların kralıyım."

Yorumlar

Popüler Yayınlar