Emptiness is loneliness, loneliness is cleanliness, cleanliness is godliness, god is empty, just like me.
Eski yazdıklarınıza bakıp, olduğunuzu düşündüğünüz yerin ne kadar uzağında olduğunuzu görmekten daha kötü bir şey var dünyada. Son yazdıklarınıza bakıp olduğunuzu düşündüğünüz yerle alakanız olmadığını görmek.
***
Amerika'daki yaşamımın üçüncü ayını geride bırakmaya on beş küsur gün kalmışken ev özlemi daha da sert geçiriyor dişlerini koluma. Aklımda "niye amerika'dayım lan?" sorusuna mantık içerisinde verebildiğim iki yanıttan biri olan "CV'mde süper durmaz mı bir Uluslararası İlişkiler mezunu olarak?" sayesinde eve erken dönmek gibisinden fikirlerim yok, zaten özlem de dayanılmaz değil. Ama yine de Türkiye'de rutin haline gelmiş şeyleri özlüyor insan. Özellikle 2007 Ağustos'unda başlayan o mükemmel maceram geçmişimde bu kadar tatlı, bu kadar sihirli bir yer tutarken. ÖSS'ye ve o muharebeme dair her şey nostaljik bir havada bu sıralar. Mavi minibüs, o pis kokan, sarsılmadan düz yolda dahi gidemeyen, içerisindeki 40 kişiye aldırmadan 41.si için yolda duran şöförüyle mavi minibüs bile özletiyor kendini. Ömer'le okuldan çıkıp dersaneye yürümemiz, bu ritüeli sene içerisinde yaklaşık 200 kere yapmış olmamıza rağmen bir tanesinde bile "lan şimdi ne konuşucaz" ikilemine düşmemiş oluşumuz, Ezgi'nin bana tost ısmarlaması... hepsi çok mistik şimdi.
Ne güzeldi lan geçen sene.
Vay be.
***
Kariyerim konusunda Amerika'da geçirdiğim her tek sayılı saniyelerde daha kararlılaşıyor, her çift sayılı saniyelerde ise o kararlılığı müthiş bir azimle geri alıyorum. Hem Amerika'da (veya İngiltere'de, İzlanda da olur) bir konsoloslukta çalışmak istiyorum, hem de... bakın tek sayılı saniye geçmiş olmalı az önceki, Türkiye'de çalışmak için bir sebep bulamadım.
Ama Amerika'da çalışmamak için bir sebebim var. Türkiye'de Türkçe'ye o kadar hakimdim ki, insanlarla konuşarak bazı şeyleri uyandırmaya o kadar açıktım ki, burada onu çok özlüyorum. Amerika'da bunu yapamayarak yaşayamam, sanmıyorum.
Sanırım ideali Türkiye'de yaşayıp sık sık Amerika'ya gitmemi sağlayacak bir iş bulmak.
Kısmet.
***
Bugün çok yorucu bir gündü. İlk ders kırk dakika thunderball, kırk dakika tenis oynadım, hepsinde yapmam gereken şeyler eşek gibi koşup at gibi durmak, sonra bunları defalarca tekrarlamaktı. Fiziksel olarak çöktüm ama en azından beynim sağlam diyordum ki Calculus hocamın "o kestirmeler can yakmaya başladı John" demesinin ardından (uyuyordum da Calculus'ta çok) gaza gelip herifin verdiği inverse differential testini çözdüm. Neyse o konuda olayın cinsel uzvuna koydım diyordum ki son ders olan psikoloji de resmen öküz zorluğundaki Pazartesi testinde alenen batırdığımı öğrendim, o testi, üstüne bir de hocanın "alın lan!" diye üstümüze attığı testi yeniden çözmem gerekti. Psikoloji kitabının bir kıçındaki indekse bir başındaki tanımlara bakmaktan kitap tutan yerlerimi hayata küstürdüm sanıyorum. Bütün bu 1500 metre bitirmiş Süreyya Ayhan yorgunluğunun üzerine okul otobüsünden Blockbuster'da inip Fallout 3 kiralayarak eve yürüme planımı iptal edip evden Blockbuster'a host annem sayesinde gidebildim. Neyse ki F3 çok kötü çıkmadı.
Ama yarının gelmesine de sevinmeyecek değilim.
***
Bazı güzel şeyler oluyor.
Çok güzel şeyler.
Bazı adımlar atıyorum, çok güzel adımlar.
Daha da atmak nasip olsun, ne diyeyim.
Yorumlar
Türkiye'de hakim olduğun Türkçe kadar iyi bir İngilizce'ye sahip olmak zor değil. İyi bir dile sahip olmak için birkaç yılını Amerika'da geçirmen yeterli. Sonra İngilizcen kusursuz olacaktır. Orada Türkçe konuşacağın bir yerde de iş bulabilirsin, diline veda etmezsin böylece.