Çokdünya, bölüm bir: Mavi Masa

Karanlık bir odada, odada oturanların gözünü kamaştıracak bir ışık çaktı açılan bir kapının ardından. İçeriye çenesine dek gelen saçları ve bıyığında birleşen favorileriyle korkutucu gözüken bir adam girdi. Adamın turuncu saçları, gömleğinin kalkık yakası üzerinde dalgalanıyordu. Adam yavaşça odanın ortasında duran masaya bir adım attı. Masanın tam ortasından yayılan mavi, yumuşak bir ışık vurdu turuncu saçlı adamın suratına. Eğer saçları adamı korkutucu gösteriyorsa, bu gözünün yanında hiçbir şeydi. Sol gözü bembeyazdı ve etrafındaki deri yanmış ve parçalanmış gözüküyordu. Gülümsemekten aciz gözüken ipince ağzı sağlam gözünün ima ettiği merak duygusunu tamamlıyordu, adamın tek gözbebeği masadakilerin etrafında yavaşça gezinmekteydi.

İlk önce gözü gri bir cüppe giymiş bir kadına takıldı. Kadının saçları adamdan da kısaydı. Kahverengi kaşlarının altındaki kahverengi gözleri dikkatle adama kenetlenmişti, adamın onu merak ettiği kadar onun da adamı merak ettiği aşikardı. Adamın gözleri yavaşça kadının kulaklarını kapatan saçından göğüslerine, oradan da pürüzsüz ellerinde tuttuğu makasa kaydı. Kadının bir çeşit terzi olduğu aşikardı, adam bu sonuca varır varmaz gözlerini ona çevirmiş olan diğer adamlardan birine çevirdi. Korkutuc gözlerinin ilk kenetlendiği adam, en garip olanıydı, hatta adam kavramından en uzak olanı. 

Terzi kadının yanında, mavi ışığı yayan masanın yanında sandalyeye ihtiyaç duymadığı aşikar olan, cüsseli bir boğa adam oturuyordu. Adamın gözleri boğayı taradı, simsiyah derisi ve eşit siyahlıkta boynuzları arasından parlayan tek renk beyaz yelesiydi. Diz çökmüş, masaya sırtını dönmüş şekilde dua ediyordu, sırtında kumaş bir pelerin vardı, pelerin parçalanmış ve hasar görmüş gözüküyordu. Boğa gözetlendiğinin farkına varmış gibi aniden ayağa kalktı. Kafasını ve cüsseli vücudunu yavaşça geri çevirdi. Göğsünü kaplayan deri zırh pelerini kadar hasarlı gözüküyordu. Elinde cüssesine yaraşır bir balta tutuyordu, her yanı baktığı adamdan kat kat daha korkutucuydu. Boğa masmavi gözleriyle adama bakarken, adam boğanın kaslı kollarının arasından gözüken şeye gözlerini dikmişti, tahtadan kazınmış, ufak bir heykel. Adam heyklere bir an boyunca baktı, sonra istediğini almış bir edayla boğanın yanındakine döndü.

Boğanın solunda oturan adam da insanlıktan bir hayli uzak gözüküyordu, ama en azından görünürde bir boynuzu yoktu. Mosmor derisi, kafasının tepesinde atkuyruğu şeklinde toplanmış fildişi beyazı saçları ve saçlarının arasından sivri bir şekilde çıkan uzun, sivri kulakları vard. Gözleri sapsarı parlamaktaydı, nereye baktığını anlamak imkansızdı. Üzerinde metalik, eski bir zırh vardı, sırtında çapraz bir şekilde asılmış ok çantasına bakılırsa bir avcıydı. Kemerine tehlikeli bir şekilde yeşil yeşil parlayan bir balta ile katmanlı bir hançer asılmıştı, omzundan aşağı ise iskelete benzeyen bir yay sarkıyordu. Mor adam sakin gözüküyordu, turuncu saçlı adamın onu gözlemlediğinin farkında değilmiş gibiydi. Turuncu saçlı adam bu kayıtsızlığın üzerine gözlerini sağa, mor adamın yanındaki, daha insana benzeyen kadına kaydırdı.

Kadın mor bir ceket giymişti, fakat ceketin altında derisinden başka bir şey yokmuş gibi gözüküyordu. Ceketi dolgun göğüslerinin altında tek bir düğmeyle bağlanmıştı. Ceketine denk morlukta kısa eteğinin açıkta bıraktığı bacakları, masanın altından gözüktüğü kadarıyla pürüzsüzdü. Kadın suratını adamın suratına çevirmişti. Yeşil saçları kafasının arkasında sıkı sıkı toplanmıştı, fakat açıkta kalan yüzü yine de gözündeki güneş gözlüğü yüzünden hissiz gözüküyordu. Ne düşündüğünü söylemek güçtü, fakat adama baktığı aşikardı. Adamın niyeti ona bakmaya devam etmekti, fakat birden dikkati gözlüklü kadının yanında oturan iki kişiye takıldı.

İki kadın vardı, fakat iki kadın birbirinden bu kadar alakasız gözükemezdi. Kadınlardan biri, derisinin soyulup yerini bıraktığı, tüm vücudun altında bulunuyormuş gibi görünen turuncu bir metal dışında tamamen çıplaktı. Açık turuncu saçları arkadan at kuyruğu şeklinde toplanmıştı ve vücudunun her tarafında içerisindeki metal kadar sert bir turunculukta zincirler vardı. Zincirler sıkıca sarılmış gözüküyorlardı, fakat kadın zerre acı belirtisi göstermeksizin yere bakıyordu. Bir şey düşünüyor, daha ziyade hesaplıyor gibiydi. Yanındaki kadının ona tezatlıklarından biri de oydu işte, metalik kadının yanında oturan ve gri-yeşil zırhlara bürünmüş kadın, hesaplama gibi işlemlerle uğraşmıyor gibiydi. Kadının gözleri bir oraya bir buraya dönüyordu ve devamlı içinde bulunduğu oda hakkında bilgi toplıyor gibiydi. Saçları dağınık ve siyahtı, uzun perçemi gözlerinden birini açığa çıkaracak şekilde yarıya ayrılmış, alnından zarifçe sarkmayan yarısı kulağın arkasına atılmıştı. Kadın bu haliyle zarif, ama tehlikeli gözüküyordu.

Ve adamın dikkatı odaya girdiğinden beri onu süzen birine kaydı. Orta yaşlı gözüken bir adamdı bu, üzerinde zincir zırh vardı, kızıl pelerini oturduğu sandalyenin arkasından zarifçe sallanıyordu. Sandalyesinin yanında uzun bir mızrak vardı, masaya konulmuş dirseklerinin arasındaki uzun, sivri miğfer ise mızrakla uyum içerisindeymiş gibi görünüyordu. Adamın kısa kesilmiş saçları ve bıyığı artık yavaş yavaş beyazlama belirtileri gösteriyorlardı, fakat buna rağmen adamın gözleri çakmak çakmaktı. Bir süre boyunca iki adam, odadaki diğer şahıslarda aradıklarını birbirlerinde bulmuşlar gibi birbirlerine öylece baktılar. Belki, odaya yeni girenin dikkat etmediği, masanın en başında oturan adam sözüyle onların bakışmasını kesmeseydi, daha uzun süre birbirlerine bakabilirlerdi.

"Hakkında fikir edinmediğin kaldı mı?" dedi adam. Odaya yeni giren ona bakınca, diğerlerinden ne kadar farklı gözüktüğünü itiraf etmek zorunda kaldı. Adam uzun boylu, toplu ve gözlüklüydü. Simsiyah saçları olabildiğine dağınıktı ve sakallarının nerede başladığını söylemek zordu. Yamulmuş gözlüklerinin üstünden odaya yeni girene siyah gözleriyle bakıyordu, üzerindeki kıyafetleri idrak etmenin yeni girene ne kadar zor geldiğini anlıyormuş gibiydi.

"Benim ne giydiğimi anlamanı beklemiyorum." dedi sakince. Herkesin ne düşündüğünü biliyormuş gibiydi. "Senden beklediğim şey, konuşman."

Son kelime adamın ağzından çıkar çıkmaz, odaya yeni giren, konuşabildiğinin farkına vardı. "Ben... ben... neresi burası?"

"Burası, benim zihnim. Benim nerede olduğum belki geçerli bir soru olabilirdi, fakat o soruya verilebilecek bir cevabın konumuzla alakası yok. İstersen önce bu kadar farklı gözüken insanın kim olduklarının cevabını vereyim sana. Ya da... senin kim olduğunun."

Adam devam etti. "Sen, eminim ben söyledikten sonra hatırlayacaksın ki, Iscariot'sun. Norsca'da, Ravenraid'de doğdun. 23 yaşında bir bar kavgasında gözüne atılan, bilinmeyen bir sıvı tarafından şu sıralar gururla taşıdığın yarayı edindin. Sana bunu yapanı öldürmek istedin, fakat ona yaklaştığında ailesini gördün. Çocuklarını. Bunu yapamayacağını anladın ve geri çekilmeye niyetlendin fakat o seni gördü. Ailesinin yakınına geldiğini gördü ve silahını çekip seni vurdu. Gözünden. Gözbebeğini de o gün kaybettin. Doktorlar gözbebeğini bir camla değiştirdiler ve şifahanede sana defalarca bunu yapanın kim olduğunu sordular. İçindeki öfke o kadar büyüktü ki, onu gardiyanlara teslim etmek sana yetmeyecekti. Onu sen öldürmeliydin."

"Ve o akşam, şifahaneden çıktığında, tekrar onun evine gitmek istedin. Fakat kapıda uzun şapkalı bir adam seni çevirdi. Ne yapmak istediğini bildiğini ve sana yardımcı olacağını söyledi. Beraber onun evine gittiniz fakat onu öldürmediniz. Onun 20 yaşındaki oğlunun gözünü çıkardınız. Geride harap bir aile bırakıp, adamı da biraz hırpalayıp, evden çıktınız. Uzun şapkalı adam, sana bir büyücü avcısı olduğunu, az önce oğlunun hayatını mahvettiğiniz adamın ise Kaos'un bir casusu olduğunu söyledi. Sen, adamdan halihazırda etkilenmiş bir şekilde, onun büyücü avcılarına katılma teklifini kabul ettin. Adamın adı Nazareth idi ve seni beş sene boyunca eğitti. Vebanın çıktığı güne kadar."

"Vebanın ilk kurbanlarından biri Nazareth oldu. Yavaşça mutanta döndü, acı çekerek ve çığlıklar içerisinde. Ve en sonunda mutanta döndüğünde, onu öldüremedin. Onun yerine gardiyanlara Nazareth'in evinde bir zombi olduğunu söyledin. Gardiyanlar gidip onu öldürürlerken, sen de hala bugün izlerini taşıdığın yeminini ettin, vebayla savaşacağına dair yeminini."

Adam uzun konuşmasını bitirip meraklı gözlerle Iscariot'un tepkisini seyretmeye koyuldu. Iscariot son kelime bittikten sonra anlamış gözükebildi ancak. 

"Evet" dedi Iscariot. "Evet... bu benim."

"Evet, bu sensin" dedi adam. "Dilersen diğerlerini de tanıtayım." Iscariot kafasını salladı, meraklıydı.

"İlk gördüğün, gri cüppeli kızın adı Leea Mignon. Kendisi Britannia'dan geliyor, bir terzi. Kendi halinde bir hayatı var, savaşla tek ilişkisi şehir dışına giden madencilere kendilerini teröristlere fakir göstersinler diye diktiği cüppelerden ibaret. Britannia'da 35 sene önce doğdu, annesini veya babasını tanımıyor, Wolver adlı bir adam tarafından büyütüldü. Wolver, o 17 yaşındayken ona aşık olduğunu itiraf etti. Leea onu bir baba olarak görüyordu, Wolver'i reddetti ve Wolver ona o gün tecavüz edip, kaderini Britannia'nın başka bir yöresinde aramaya gitti. O tecavüz olayı Leea'ya bir bebek verdi, adı Set. Set şu an bu odadaki herkesin aksine evinde. kendisi 18 yaşında, genç bir gürz savaşçısı. Leea ise oğlunu destekleyebilmek için 17 yıl önce öğrendiği terzilikten başka hiçbir şeye yer vermiyor hayatında."

"Leea'nın yanındaki iki kişi ise aynı evrenin farklı köşelerinden geliyorlar. Boğa adam olarak nitelendirdiğin, Tauren ırkının bir mensubu olan Czernobog Sunhoof, Mulgore doğumlu. Mor derili arkadaşı, Crooq Forestlight ise 89 yıl önce Auberdine'de dünyaya geldi. Kendi evrenlerinde düşmanlar, fakat buraya senin gibi o kapıdan geldikleri günden beri birbirlerini az da olsa tanıyan tek ikili olarak birbirlerine daha da sarıldıklarını söyleyebilirim."

"Czernobog Tauren'lerin hesabına göre 9 yaşında. Dünya Ana'nın en saf temsilini 9 kere tecrübe etmiş demek bu. Senin anlayacağın şekilde anlatırsam... Czernobog 9 deprem görmüş. İnsan yıllarıyla 43 yaşında. Kendisi bir şaman, totemlerine elementlerin gücünü yükleyip onları savunma ve hücum aracıyla kullanıyor. Camp Narache'deki şamanlar tarafından büyütüldü, annesi ve babası Crooq'un ırkının da katıldığı bir savaşta can verdi. 10 yaşında, Tauren hesabıyla iki yaşındayken, Baine Bloodhoof'dan aldığı bir görev üzerine Gümüşçam ormanına gitti. Oradaki başarılarının ardından, 18 yaşında Thunder Bluff'a geri çağrılıp, Tauren'lerin onur listesine alındı. Ömrünün çoğunu dünyayı anlamaya harcadı, fakat bu sürede savaş yeteneklerini hep geliştirdi. Crooq'un ırkının mensubu olduğu ittifaka karşı defalarca savaştı ve pek çoğundan muzaffer ayrıldı. Kendi dünyasında etkileyici bir ünü var."

"Ama kesinlikle Crooq kadar etkileyici değil. Crooq Forestlight, dediğim gibi, 89 yıl önce Tania Forestlight ve Menan Forestlight çiftine, Auberdine'de doğdu. Doğduğunda ölümsüzdü, öyle büyütüldü. Ashenvale ormanında ve Karakıyı yöresinde avlanmaktan keyif aldığını keşfettiğinde 22 yaşındaydı, Menan ona ilk okunu 23 yaşında aldı. Yayı ve okuyla doğal hayatı tehdit eden her şeyi öldürüyordu, bu sırada yabani hayat hakkında değerli onca şey öğrendi. İz sürme, hayvanlarla iletişim ve tuzak kurma. O 70 yaşındayken Ork ve İnsan ırkları onun kıtasına göç etti. Mensubu olduğu Gece Elfi ırkının askerleri sadece dişiler arasından seçildiği için, kendi savaşını verdi. Orklar ve İnsanlar arasından doğal hayatı tehdit eden herkesi temizledi. Yaşam Ağacının yok olduğu güne kadar da buna devam etti, Yaşam Ağacı yok olduğunda ise ölümsüzlüğünü, diğer tüm Gece Elfleri gibi, kaybetti. "

"Hayatının buraya gelene kadar geçen 19 yılını ise İttifak güçleriyle beraber savaşarak geçirdi, dünyası Azeroth'un her köşesini gezdi, her ırkla tanıştı ve iki kıtanın her köşesinde savaş verdi. 83 yaşına geldiğinde, Azeroth'ta bilinen tüm insanlar onun ismini en az bir defa duymuştu, Crooq Forestlight, orman gölgesi. Kadim eşlikçisi, gece kaplanı Gölge ile beraber birçok kereler tehlikeli düşmanları yendiler, fakat en kayda değer olanı, senin de dikkatini çeken inanılmaz yayını elde ettiği Scholomance savaşıydı. O ve 4 arkadaşı, Scholomance diye bilinen yere gidip, senelerdir Doğu Vebadiyar halkını tehdit eden büyücüyü def ettiler ve o da ödül olarak kendine o yayı seçti. O günden beri Kemikyay olarak da biliniyor."

"Onun yanındaki ise Magdalene "Madvoc" Vocal. Mega City'den geliyor. Onun dünyasının kurallarını sana açıklamam çok güç, kendi gözlerinle görmen gerek. Sana tek söyleyebileceğim, Madvoc'un yakın dövüş konusunda görüp görebileceğin en yetenekli kişi olduğu."

"Madvoc'un yanındaki, dikkatini çeken kadın ise Paragon City'den gelen Vaarsunvais. Kendisi bir deneyin ürünü. Onun dünyasındaki büyük bir savaş sırasında bir deney olarak, android bir ölüm makinesi olarak yaratıldı. Ona savaş alanında çabuk düşünebilmesi için aşırı kapasiteyle çalışan bir insan beyni verildi. Beynin ve gücün bu mükemmel birleşimi savaşı onu yaratanların lehine çevirdi. Fakat beyin, bir savaşın ortasında kapasitesini bir şekilde aştı ve emirleri almasını sağlayan çipi devre dışı bıraktı. Çip savunma mekanizması olarak vücuda kendini yok etme emri verdi, deri yanarken, savaş alanında orada o sırada bulunan süper güçlü doktor Shadester tarafından kurtarıldı. Herhangi bir duygudan yoksun olmasına rağmen kafasında yaptığı simülasyonlarda savaşın sonucunun eninde sonunda Shadester'in tarafının lehine olacağına kanaat getirdi, savaşın sonunda ne olacağına dair merakı ise, merak, hissedebildiği tek şey olduğu için, onu Shadester'ın yanında, Paragon Polis Departmanının D.A.T.A. biriminde çalışmaya itti."

"Vaarsunvais'in yanındaki güzel bayan ise Ma'nser isimli bir Yarı-Elf. Norrath'tan geliyor. Babasını veya annesini tanımıyor, küçüklüğünü Norrath'in şehirleri ve kasabalarında hırsızlık yaparak geçirdi. 18 yaşında Yarı-Elf ordusuna girdi ve gizlenmeye dair yeteneklerini ordunun hizmetine sundu. Hırsızlık hakkındaki düşüncelerini biliyorum, fakat Ma'nser, iyi bir insan. Bu konuda bana güveneceğini biliyorum."

"Ve son olarak... Barathor oğlu Noruinivon. Bree doğumlu. Babası, Gondor'da bir muhafızdı, annesi ise Bree'li basit bir garson. Babası, annesine olan aşkından Gondor'daki şatafatlı görevini bırakıp Bree'ye taşındı. Fakat adetlerini asla es geçmedi, Gondor'un muhafızları oğullarını da muhafız olarak eğitirdi ve dolayısıyla Noruinivion, sıkı bir muhafız olarak eğitim gördü. 23 yaşına geldiğinde Özgür Halklar ordusuna yazıldı. İlk görevi Höyük Yaylalarındaydı, orada gösterdiği başarı Kolcular olarak bilinen bir grubun kulağına gitti. Kolcular onu, içlerinde Yolgezer olarak bilinen birinin üstleneceği bir görevi kolaylaştırması için tuttular. Noruinivon, Yolgezer'in çok büyük bir ehemmiyet taşıyan görevini kolaylaştırmak için Fırtınatepesinin üstünde Trollerle çarpışmaktan, Kuzey Yaylalarında namevtleri avlamaya kadar bir sürü görev üstlendi. En niyahetinde Yolgezer'in ve eşlikçilerinin görevi son bir savaşa dayanınca, Gondor tarafından savaşa çağrıldı. Gitti ve son savaşta kahramanca çarpıştı. Yolgezer'in eşlikçilerinden biri, en sonunda savaşın ve o dünyadaki tüm kötülüğün bitmesine sebep olacak bir şeyi yapmayı başarabildi ve kendisi savaşın sonundaki rahatlama hissinin ardından buraya geldi."

"Evet, herkes hakkında şimdi daha iyi bir fikir edindin mi?"

Iscariot kafasını salladı.

"Güzel. O halde işe koyulabiliriz."

Yorumlar

Popüler Yayınlar