yanlış hikayeler bölüm altı

"Seni asla terk etmeyeceğim. Asla. Ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım, nefes aldığım sürece seni asla terk etmeyeceğim."

Karanlıktı oda. Yürüyen tek bir adam vardı ama ışığı yoktu, renksiz denecek kadar siyahtı o adam. Ses çıkarmıyordu, sakindi. Bir eli kendi kadar renksiz kapının kendi kadar sessiz kolundaydı. Öylece durmuştu sanki durmak yapması gereken bir şeymiş gibi, sanki durması görünmeyen bir şey tarafından emredilmiş gibi. Karanlığa alışmış gözü etrafındaki her şeyi tarıyordu tek tek, eski ayakkabılık, pencereden gelen karanlığı tek görevi buymuş gibi yansıtan ayna, açık kahverengi olduğu şimdi anlaşılmayan ufak sehpa. Bunları görünce daha da sıktı kapının kolunu. Avucu tamamen kaplamıştı şimdi görünmez olan kapı kolunu. Sanki ona tutunmaya çalışıyormuş gibi. Sanki onu teselli etmeye çalışıyormuş gibi.

"Seni çok seviyorum çünkü. Yaşamdan, kendimden, güneşten, aydan ve beni aydınlattığını sanan her şeyden daha çok seviyorum seni. Tek ışığım sensin. Hep öyle oldun. Hep öyle olacaksın."

Olduğu yere çöktü adam. Neden çöktüğünü bilmiyordu, neden neden çöktüğünü bilmediğini de kestiremiyordu şimdi, sadece kafasını kapıya vurduğunu biliyordu, dizlerini önce vücuduna çektiğini, sonra ise karşı konulmaz bir yenilmişlikle yere bıraktığını. Onun suratını gözünün önüne getirmeye çalıştı. Gözlerini, saçlarını, gülümsemesini, hatta onun suratına ait olmayan şeyleri; gözlüğünü, tokasını, ceketini, çantasını. Göremiyordu onu. Hep başka biri geliyordu aklına, daha özel biri, daha derin bir yara bırakmış biri. Elinin istemsizce cebindeki bir zarfa gittiğini fark etti. "18.06" yazıyordu zarfın üzerinde. 18 Haziran. Dün gibi hatırlıyordu.

"Benim için ne ifade ettiğini bilmiyor musun? Bilmiyor musun hayatımın ne kadar kötü olduğunu seninle tanışmadan önce? Zavallıydım ben, yalnız, yenilmiş, kırık ve değersiz. Sonra sen geldin. Sen kurtardın beni. Seni seviyorum, niye inanmıyorsun buna? Asla terk etmeyeceğim seni. Söz veriyorum."

Ayağa kalkıp kapıyı açtı adam. Niye içeride durması gerektiğini bilmiyordu, dışarısıydı asıl gerçek, asıl sınav, asıl yaşam. Bu karanlık ayakkabılık değildi onun kaderi. Nasıl bu kadar şey ifade edebilmişti o onun hayatında? Nasıl bu karanlık ayakkabılık ve üzerindeki her şeyi bile kaçılması gereken şeyler olarak görmeye başlamıştı? Nerede başlamıştı kaybetmeye? Dışarıya baktı. Kar taşıyan bir rüzgar vardı gözlerini yeni bir umutmuş gibi diktiği apartman kapısının dışarısında. Neyi anlamıyordu?

"Hayır gitmiyorum. Burada olacağım, sen beni sevene kadar, sen beni benim seni sevdiğim kadar burada olacağım. İnanmıyorum söylediklerine. Her şey geçmiyor, bu geçmeyecek, bitmeyecek, seni sevmeyi bırakmayacağım. Asla."

Orada olmalıydı. O kapıyı açıp, onun yanına gitmeliydi, yanında ondan gelen bir iletiyi okurken yazıp bir zarfa koyduğu ufak hikaye, kafasında ona hislerini söylediği gün kullandığı tüm kelimeler, arkasında o onu reddettikten sonra yalnızlığını geçirmek için evlendiği kadını ve o kadının karanlık ayakkabılığını bırakıp sadece gitmeliydi. Onu nasıl bulacağını bilmiyordu. Nerede yaşadığını, evlenip evlenmediğini, aşık olup olmadığını, onu hatırlayıp hatırlamayacağını. Sadece gitmeliydi. Bunu biliyordu.

"Anlamıyorsun, sadece sen varsın hayatımda. Şimdi çıksam bile bu odadan, istediğin gibi bir daha sana karşı olan hislerimi bir daha asla düşünmesem bile başkaları giremez senin açtığın yerlere. Başkalara erişemez bende gizli bütün kusurlara. Peki... gidiyorum. Ama seni sevdiğimi bil. Seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğimi."

"Hayatım? Kapının açıldığını duydum sandım, orada mısın? Hayatım?"

"Seni hep seveceğim. Bunu bil. Ne olursa olsun. Ne yaşarsam yaşayayım."

Yorumlar

Popüler Yayınlar