Dual: 9811

Siyah gökyüzünü aydınlatan araçlar bulutları yırtarak uzun gökdelenlerin arasından hızla uçuyorlardı. Tepelerindeki mavi ışıkları araçlar için yolları belirleyen gökdelenlerin sakinleri evlerindeki ışıkları birer birer kapatıp yatmaya gidiyorlar, şehrin parıldayan silüetini gecenin karanlığına gömüyorlardı. Bir saat içerisinde gökte yoktan yol çizen ışıklar ve o yollardan gerçek üstü hızlarda geçen araçların farları dışında bütün aydınlatma araçları kapatılmış, şehir mavi tonlu bir uykuya dalmıştı. Tüm şehir şimdi Devlet Frekansı'ndan evlerine yavaş melodiler yayılmasını dinliyor ve bir saat sürecek bu müzik festivalinin tadını çıkartarak yastıklarına sarılıyordu. Bir saat sonra, şimdi o mavi ışıkların arasında bir yaşam olduğunu belirten bütün belirtiler gidecek, şarkıcı kalın, uyuşturucu sesiyle söylediği son şarkısını söyleyecek ve ondan bir saat sonra da mavi ışıklar kesilip havada ilerleyen araçların gidiş gelişi durdurulacaktı. Araçlar yere inecek ve şehri yedi saatlik bir uyku kaplayacaktı.

Ve bu uykunun birilerinin işine yarayacağı kesindi.

***

"Lütfen çekilin, çekilin! Bakın bayanlar ve baylar, şokunuzu anlayabiliyorum ama çekilir misiniz?" diye bağırıyordu üzerinde koyu mavi deriden yapılma bir cüppe ve aynı renk pantolon bulunan bir adam. Arada cüppesinin üstüne iliştirilmiş yuvarlak sarı rozetini gösteriyor ve kalabalıkta hafif duraklamalara sebep oluyordu, ama önündeki panik ve şok olmuş kalabalık, birkaç saniyelik duraklamalara pabuç bırakmıyor, tekrar cüppeli adamın üstüne geliyorlardı. Adam umutsuzca etrafa bakındı, gün doğalı iki saat, şehir uyanalı bir saat olmuştu. Saat on'da ışıklarını kapatan şehir, on bire kadar müzik dinler, on iki'de gökdelenlerin Havayol Ayraçları kapanır ve tam bir uykuya dalardı. Yedi de çocuklar okullarına, insanlar işlerine giderdi, eğer alışılmadık birşey olmamışsa. Ve cüppeli adamın içini çekerek lanet okuduğu olay, alışılmadık birşeydi.

Önündeki kalabalık işe giderken bu yolu kullanan insanların neredeyse tamamıydı, Doksan bir yıl önce televizyondan mahrum bırakıldıklarında halk müthiş bir merak açlığıyla başbaşa kaldığından, hiç kimse umursamıyor gibi davranmayı başaramamamıştı. Herkes şehrin bu bölgelerine bizzat inmeyen cüppelilerden birinin burada ne aradığını önce gizlice merak etmiş, sonra cüppeliye sormuş ve cüppeli ağzından "ceset" lafını çıkarana kadar sormaya devam etmişlerdi. Halk arasında "cüppeli" olarak tanınan kanun güçleri, yüksek rütbeli polislerdi. Polislerin hiyerarşisinde, Yıldıztim üyelerinin hemen üstünde, "Bıçak"'ların hemen altındalardı. Standart devriye polislerinin aksine farklı dallarda uzmanlaşmıyorlardı, tek görevleri alan korumasıydı. Bir binanın koruması gerekildiğinde ya da bir suç merkezinin gözlenmesi lazım olduğunda "Cüppeli" diye bilinen Binkor'lar çağrılırdı, Bina Koruma ve Gözleme Ünitesi. O gün o kalabalıkla yüzleşen Binkor'da bu yüzden çağrılmıştı, şu an önünde kapısına yapışık durduğu binayı korumak için. Rozetinde Leopold Kantorek yazan Binkor endişeli bir şekilde gelmesi gereken "Bıçak"'ı bekliyordu. "Bıçak"lar her zaman elit olmuşlardı, bir "Bıçak" olmak için yedi senelik bir akademiyi bitirmek, üç sene staj yapmak ve on yedi deneme davasını mutlak kesinlikle çözmek gerekiyordu, Leopold kendi kardeşinin on yedinci davasında suçlu kendini vurduğu için "Bıçak"'lıktan reddedildiğini gördükten sonra "Bıçak"'ların neden elit olduklarını anlamıştı. O yüzden şimdi ufka heyecanlı bir şekilde bakarken, gelmesi beklenen "Bıçak"'ı bir kurtarıcıyı bekler gibi bekliyordu. Aynen halkın otuz yıldır propagandalarla inandığı gibi.

Doksan bir yıl önce yeni hükümet başa geçtiğinde ilk yaptığı şey medyayı tamamen karartmak olmuştu. Bir saatlik radyo seansları ve konserler dışında müzik hiçbir yerde duyulmuyor, haberler evlere kurulmuş aynı radyolardan veriliyor ve ne gazete ne de televizyona izin veriliyordu. Hükümetin ikinci işi polisleri yenilemek olmuştu, timi dörde ayırmışlardı. Sonra yavaş yavaş, irili ufaklı değişikliklerini hayata geçirmiş ve ülkeyi sessizce değiştirmişlerdi. Medya olmadan yaptıkları işi halk için yorumlayacak kimse yoktu, sahte anketler yoktu, karalama veya şişirme haberler yoktu, sadece çıplak halk ve hükümet vardı, ve halk, yıllarca ayakkabısını annesi bağladığı için ayakkabısıyla ne yapacağını bilmeyen çocuk gibi kafası karışık ve bağcıkları açık, öylece duruyordu. Hükümet belli bir süre sonra propagandaları kendi eline almış posterlerle bir huzur ortamı yayarken, radyodan elit polislerin, resmi adlarıyla Üstpolis Ünitesi hikayelerini anlatmaya başlamış ve halkın, kendi verdiği adla, "Bıçak"ları yeni tanrıları yapmasını sağlamıştı, televizyon tanrısının yerine.

Halk bu "Bıçak"'lara o kadar büyük bir inançla tapıyordu ki, çoğu kişi zaten yakalanacağına emin olup suç bile işlemiyor, "Bıçak"'ların varolma sebebini baştan anlamsız kılıyordu. Hem bu, hem de Üstpolis Ünitesine seçilmenin zorluğundan doğan mükemmellik suç oranının yirmi yıldır sıfıra yakın rakamlarda sürünmesine yol açmıştı, ama bugünki gibi istisnalar her zaman oluyordu. Yine de bu suç oranları bütün bilinen dünyayı etkilemiş, birçok halk hükümetin verdiği yeni adla Tekulus'a göç etmiş, hatta bazı şehirler tamamen bağımsızlığını ilan edip Tekulus'a katılmıştı. Bu şehirler belli bir rakamı geçtikten sonra ülkeler, hatta ülke birlikleri bile Tekulus'a katılmıştı. Bilinen dünyada bugün Tekulus kapsamında olmayan ülke yoktu, sadece bazı bölgeler nispeten daha özerkti.

Kalabalığın sesi birden kıpkırmızı bir arabanın yukarıdan direkt olarak arkalarına inmesiyle kesildi, arabanın sireni yoktu, bir polis arabası olduğuna dair, eski çağlardan kalan hiçbir özelliği yoktu, ama şehirde kırmızı renk birşeyler taşımasına izin verilen tek kişilerin "Bıçak"'lar olduğu gerçeği kalabalığın sesini kesmişti.

Cüppeli polis memuru Leopold güvenini kazanarak kalabalığa bağırmaya başladı, ama kalabalığın çoğu hızlıca işlerine doğru ilerlemeye başlamışlardı bile. Arabanın içinden çıkan kırmızı ve uzun bir trençkot giymiş bir adam çıkıyordu. Adamın kıpkırmızı ve suratıyla birleşik gibi gözüken gözlükleri, kırmızı bir şapkası ve beyaz bir gömleği vardı. Gömleğinin üstüne taktığı kırmızı kravat trençkotunun iliklenmiş düğmeleri arasına sokuşturulmuş bir şekilde duruyor ve ara sıra kırmızı kumaş pantolonunun üstünde beliriyordu. Adam yavaşça kafasını kaldırıp etkilenmiş gözüken Cüppeli'ye baktı.

"Adın ne Memur?" dedi kanı donduran, kalın bir sesle.
"Kantorek efendim. Leopold Kantorek." dedi Leopold heyecanını bastırmaya çalışarak. Başarılı değildi, "Bıçak" hafifçe gülümsedi. "Benim adım Alec. Şimdi bana nazikçe cesedin yerini gösterirsen memnun olacağım." dedi sakince. Leopold titreyerek başını salladı ve önünde durduğu kapıyı açtı. İçerideki oda standart bir yeniden yapım ürünüydü, hükümet başa geçtiğinde evleri tek tip, kirlenemeyen ve insanları temizlik derdinden kurtaran bir metalle kaplamış, yerleri, duvarları, mobilyaları, televizyonları, kısacası bütün evi bu metalle donatmıştı. Yatak dışında evlerin her yeri bu gri metaldendi ve Güney'deki birkaç bölge dışında bütün evler böyleydi. Bu evin farklılığı ise bütün duvarların kana bulanmış olmasıydı. Ufak bilgi toplama robotları üç saatlik programlarını bitirmiş, bir kenara çekilmiş bir memur tarafından analiz edilmeyi bekliyorlardı. Evin tam ortasında, metal yemek masasının üstünde çırılçıplak soyulmuş, mükemmel fizikli bir kadın duruyordu. Alec kadına doğru ilerleyip kadını incelemeye başladı. Kadının bacaklarına geldiğinde durakladı. Arkasına dönmeden "Bu odaya başka kimse girdi mi Leopold? Robotlardan başka?" diye sordu. Leopold kendinden emin bir şekilde kafasını sallayarak "Hayır efendim, kimseyi içeri sokmadım." dedi. "Sen, evinden çağrıldıktan sonra olayın detaylarını birileriyle konuştun mu?" Leopold hafifçe meraklanarak "Hayır efendim, kimseye hiçbir bilgi vermedim." dedi. Alec yavaşça arkasına döndü, sakin bir sesle "O zaman üslerine çabuk bir olağanüstü hal alarmı vermeni istiyorum. Onlara elimizde doksan yılın en büyük krizinin olduğunu söyle. Onlara telefon kayıtlarını incelemelerini ve ihbarı kimin verdiğini bulmalarını emrettiğimi söyle, emir kodum 9811." dedi. Eldivenlerini cebinden çıkarıp ellerine geçirdi ve kadının bacaklarına yapışmış bir kağıt parçasını kaldırıp Leopold'a gösterdi. Leopold kanının donduğunu hissediyordu. Kağıt parçası bir fotoğraftı.

Resimde orada yatan kadın vardı, yine orada yatıyordu, fakat bu sefer canlıydı, kolları havada, ona sahip olmak isteyen bir adamı durdurmaya çalışıyordu. Adamın yüzü fena halde tanıdıktı. Hatta çok tanıdık.

Leopold'un kanı bu yüzden donuyor ve tüyleri diken diken oluyordu.

Fotoğraftaki adam hükümetin başkanıydı, Hamid Massoud.

Leopold elleri titreyerek alarm merkezini aramaya başladı.

Yorumlar

Popüler Yayınlar