You can be my head, oh I really need one.

Gelecekte bir gün, değişirsem, yaşlanırsam, yani Allah buna izin verirse, bu blog çok değerlenecek. Umuyorum blogger o arada kapanmaz. Kapanırsa yandık yani. Neyse. Ne diyorduk, evet değişmek, yaşlanmak. Planım şu, burada kendime notlar çıkaracağım, neler olduğuna ve neler bittiğine dair hayatımın bu yıllarında. Ne düşündüğüme, ne sevdiğime. O yüzden şimdi tamamen kendimi anlatacağım, bir önceki yazı ve bir sonraki planlanmış yazıyla bunlar kendime notlar üçlemesi olacak. Eğer beni tam olarak tanımak istiyorsanız bir sonraki yazıyla birlikte, TAM bir fikriniz olacak. Bir önceki yazı hobiler hakkındaydı, şimdi ise karakteristiklerim hakkında bir yazı olacak.

Öncelikle, şunu söylemeliyim, benim hayatım ve inancıma göre birçok kişinin hayatı, bilinç altı tarafından yönetiliyor. Etrafımdaki olayların %10'unu algılıyorum, %90'ı ise bilinç altına gizleniyor. Böylece fikirlerin oluştuğuna inanıyorum ben en nihayetinde. O yüzden, gördüğünüz her şey (ya da, daha ziyade okuduğunuz) benim bilinç altımın başka medyalardan toparladıkları şeyler olabilir, beni farkında olmadığım şeylerle suçlamayın lütfen.

Karakteristik olarak beni şu kelime tanımlıyor, kaybetme korkusu. Büyük ihtimalle benim anladığım ve bu yazı kendime olduğu için 30 yaşında da anlayacağım nedenlerden oluşuyor bu. (eğer 30 yaşında bunadıysam arel diyip keseyim). Kaybetme korkusu deneme korkusuna gidiyor, deneme korkusu da içe kapanıklığa, rekabetten kaçınmaya ve nihayetinde, kaybetmeye. Bugüne kadar hiçbir sporda başarılı olamadım (basketbol dışında, onda da 190 cm olan boyum başarılı oldu), hiçbir multi oyunda bir başarı elde edemedim (revan'ı fifa 07'de 6-2 yendim ama) ve hiçbir rekabet ortamında (ki bu en önemlisi) kaybettikten sonra "ulan şimdi ananı!" diyemedim. Ben kaybettikten sonra, başarısız olduktan sonra hırslanan adamlardan değilim, ben kaybettikten sonra "uff be!" diyip quit tuşuna basanlardanım. Ben "kalofdütüiki" benzeri oyunlarda "aha dur demek ki bu herif böyle vuruşuyor, ben de şöyle edeyim o zaman" demedim hiç. Pratik bir zeka geliştirmedim bu yüzden.

Sonra bir korku daha var, kontrolümü kaybetme korkusu. Belki siz seviyor olabilirsiniz, ama adrenalinin mantığımı körelttiği anları sevmiyorum ben. Evet FarCry ve Tomb Raider gibi bazı oyunlarda bunu yaşadım (karşıma çıkan onlu merc grubu ve tr'de bir ayı) ama haz almadım. Evet an içinde heyecanlandım ama... ölesiye korktum öyle birşeyle karşılaşmaktan mesela. Sevmiyorum öyle birşeyi, ya da ondan korkuyorum, bilmiyorum.

Son korkum ise en kötüsü, birşeyleri kaçırıyorum hissinden korkuyorum ben en çok. O yüzden güzel bir film ile güzel bir oyunu oynamak arasında kalmak istemiyorum, o yüzden iyi bir diziyi kaçırmak istemiyorum ve iyi bir kitabı sadece bir MMO'da iki level alayım diye harcamak istemiyorum, ve sonuçta MMO'lara bağlanmak istemiyorum. WoW'da öyle olmuştu mesela. Öyle olunca da büyük ölçüde MMO zevkim parçalanıyor tabii ki, ve parçalanmıştı da. EQ2 ve MxO'dan alabileceğim zevki alamamam bu yüzdendi. Halbuki MxO ne müthiş oyundu.

Peki iyi yanım hiç yok mu? Olmaz mı, en iyisi var hem de. En kötüsü de sayılabilir ya gerçi, neyse. Ben n'apabiliyorum biliyor musunuz, düşünebiliyorum. Plan kurabiliyorum ve o plana uymak için irademi kullanmaya çalışabiliyorum. Hayal edebiliyorum ve yazı yazabiliyorum. Kurgular kurabiliyor ve evrenler yaratabiliyorum, birini analiz edebiliyor ve dünyaya soru sorabiliyorum. Kimse bana birşey söylemeden punk felsefesinin ne olduğunu çözmüştüm ve kendimden birşeyler eklemiştim, büyük ihtimalle ben millete "bakın bu punk felsefesi" diye kendi ideallerimi anlatırken Johnny Rotten'ın bunlardan (fikirlerden) haberi hiç olmamıştı (John Lennon'ın hep varmış mesela). Kimse bana söylemeden henüz 14 yaşındayken sübjektivizm'i düşünmüştüm mesela, aynen 15 yaşımda dualizm'i, 16 yaşımda da Freudean bilinçaltını keşfettiğim gibi. Bunların hakkında hiçbir kitap okumadan hiçbir bilgi sahibi olmadan hem de. Lütfen hava atıyor demeyin ama, zira elimdeki tek yeteneğimle yüzyüzesiniz.

Ve bunların sonunda da tek istediğim şey, insanlardan tek beklediğim şey farkındalık. Beni bu dünyada en çok mutlu eden şey ne olurdu biliyor musunuz? Birinin beni başkasına anlatması olurdu, ace şöyledir bak şunları şöyle yapar demesi olurdu. Birisinin bir özellik hakkında "aa ace geliyor akla hemen" demesi olurdu. Birisinin "ace'den bir xx bekliyoruz şimdi" demesi olurdu. Hayatımın buna benzer birkaç doruk noktası da var zaten, hepsi level forumlarında olmak üzere. Ve onlar hala hayatımın doruk noktaları olmaya devam ediyorlar (şimdi level forumunun önemini anladınız mı benim için?). Evet, çok özel oldu bu.

En nihayetinde hakkımda söylenecek pek az şey arasından bir sıfatı seçmek yeterli olacaktır sanırım. O sıfat ki beni tanımlar ve beni ortalar. O sıfat şudur arkadaşlar ve sevgili dostlar.

Korkak.

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Ben de uzun zamandır kendim için böyle bir yazı hazırlıyordum, biliyor musun? Yani kendimi anlattığım. 8 paragraf filan da oldu hatta. Aklıma geldikçe yeni yeni şeyler eklediğim bir yazı. Lise bitene kadar da eklemeye devam edeceğim sanırım.

Şu rekabetten kaçma meselesine değineyim. O olayın aynısı bende de var aslında. Hatta yazımda ona da değinmiştim, ama geçmişte kalan ve orada kalmaya devam edecek olan bir şey olarak. Aklıma geldi, Berx bir keresinde senin hakkında “Adam Little Fighter’da kaybedince ‘Lan tuş basmadı’ diyeceği yerde ‘Tebrik ederim’ diyor” demişti.

Ama şunu söylemeliyim ki, bu kadar bahsettiğin şey arasında yapılacak bir genelleme ile çıkarılacak olan sıfat ‘korkak’ olmamalı. Başka bir şey olmalı, ama bu ‘korkak’ olmamalı.

Popüler Yayınlar