Staperw Destanları : Işık Savaşları : Bölüm İki : Kol
Yavaşça gözlerini açtı. Açmak istemiyordu fakat kendini zorunlu hissediyordu. Kalkmak zorundaydı, kalkmazsa yaralarını saramaz - ya da saracak birini bulamaz - ve yerin pisliği kanına karışırdı. Askerde öğrendiği ilk kuraldı bu. "Yaralıysanız, sakın yerde kalmayın, kalkabiliyorsanız, kalkın ve bir ağaca yaslanın ve eğer yara bacağınızda ise onu sarmaya koyulun. Eğer mikrop çoktan girmişse kılıcınızla kesmek zorundasınız." Bu kuralı kelimesi kelimesine kafasında tekrar etti, fakat hiçbir fayda etmedi. Gözlerini tamamen açtı, ve yavaşça doğruldu. Kapalı bir yerdeydi. Birinin onu bulmuş olabileceğini hatırlattı kendine, fakat Staperw Tigil kontrolündeydi ve eğer onun gemisindeki bayrağı ve sembolleri olan gözlüğünü görürlerse onu öldürmek isteyeceklerdi. Buna izin veremezdi, hemen dışarı çıktı, ve çok ilginç birşey gördü.
Işık yoktu. Büyük bir kubbe gözüküyordu üstte, simsiya bir kubbe, fakat ışık yoktu. Ne kadar uyuduğunu bilmiyordu, fakat önemli değildi, ayışığı da yoktu. Gözlüğünün kararmış olabileceğini düşündü, fakat elini gözüne götürdüğünde şok oldu, gözlüğü yoktu. Çarpışma sırasında kırılmış mıydı, yoksa gasp mı edilmişti? Neredeydi? Kafasında sorular dönüp dururken, bacağının şakır şakır kanamaya başladığını farketti. Sargısı kopmuştu. Aynı anda savaşta kaybettiği kolu da ağrımaya başladı - öteki koluyla beraber. Öteki kolu yanıklarla doluydu. Çarpışma sırasında olmuş olmalıydı, fakat bunu düşünemiyordu artık. Başı dönüyordu, yere düştü. Yere düşmeden önce gördüğü şey ise onu şoke etmeye ve rüyasında kendisini görmeye zorlamaya yeterliydi. Nac'in soyulmuş ve paslanmış altından bir heykelinden koptuğu açık olan bir kafa...
***
"Tahtayı monte ettiniz mi?"
"Üzgünüm doktor, fakat tahta enfeksiyonu arttırır, yapamam."
"Hımm. Anlıyorum. O zaman demirimiz varsa onu kullanmalıyız."
"Efendim..."
"Ne var? Demirimiz yok mu?"
"Hayır, aksine çok daha dayanıklısı var. Dhotit'imiz var. Bu bir Dhot savaş pilotuymuş ve gemisi Dhotit'le kaplı. Onu söküp koluna takabiliriz."
"Bil-"
"Efendim, zannediyorum kendisi yaşamını gemisine tercih edecektir."
"Bunun ne anlama geldiğini biliyorsun ama değil mi? O artık bir dördüncü."
"Ölü olmasından iyidir efendim."
"Sorduğun kişiye bağlı"
***
Gözlerini açtı ve hızla doğruldu. Sanki henüz yere düşmüş gibiydi. Etrafına çabucak bakınmaya koyuldu, bir hastanedeydi. Kapkaranlıktı fakat gözleri karanlığa alışmıştı. Hatta şaşırtıcı derecede iyi görüyor denebilirdi. Arkasından bir ses gelince irkilmesini engelleyemedi yine de bu. "Merhaba kaptan!" Bu sözü söyleyeni görmek için baktığında tekrar irkildi. Bu sözün sahibi, bembeyaz, solgun bir tene fakat kıpkırmızı gözlere sahip biriydi. Fakat yüzündeki gülücük bu iki öğeyi çok şirin bir şekilde harmanlamıştı. "Biraz şaşırdınız sanırım. Ben Uadlir. Dördüncü kat doktoruyum." Acju şaşırmıştı. "Dördüncü kat mı? O da nedir?" diye sordu. Uadlir gülümseyerek cevap verdi, "Kolunuz çalışıyor mu? Bence önce onu test etsek iyi olacak" Acju bu laf üzerine koluna baktı, ve şaşkınlıktan çığlık atmamak için kendini tutmak zorunda kaldı. Kollarının yerinde bembeyaz çelikten yapılmış iki mekanik kol duruyordu. Biri sadece kaplama gibi gözükmekteydi, öteki kolu ise tamamen mekanik idi. "Be-ben, te-" diye kekeledi Acju fakat Uadlir onu eliyle neşeli bir şekilde durdurdu. "Hiç önemi yok. Fakat o metali nereden aldığımızı duyunca biraz kızabilirsiniz sanıyorum." dedi. Son cümleyi söylerken pişman gözüküyordu. "Geminizi kabuksuz bıraktık maalesef" Acju ilk başta kızacakmış gibi oldu fakat yanan kolunu hatırladı. Kafasını öne eğerek sakince "O zaman burada mahsur kaldım. Staperw değil mi burası?" diye sordu. Uadlir kafasıyla onayladı, "Evet burası Staperw 4.kat. Eskiden orjinal Staperw burasıydı. Fakat üstüne dört kat çıkıldı, ve böylece bir hiyerarşi amaçlandı. Eğer kurallara uyarsak biz de" bunu söylerken parmağıyla yukarıyı işaret etti "ışığı görebiliriz." Acju kafasını öne eğip o meşhur zekasını çalıştırdı. Sessiz iki dakikanın ardından kafasını kaldırıp "Bir isyan başlatmayı hiç düşündünüz mü?" dedi. "Çünkü benim düşündüğüm şey o." Uadlir kafasını hüzünle sağa sola salladı "Hayır maalesef. Bize verilen avlanma silahları ile sadece Fatrd öldürebiliyoruz. O silahların kurşunları Tigil zırhlarına işlemiyor. Yoksa inanın bana denerdik. Yüzümün bembeyaz olması hoşuma giden bir durum değil açıkçası." Acju bunları duyduğunda kendisinden üzülmesini bekleyen Uadlir'i çok şaşırtan bir tepki verdi, sırıttı. "Replikasyon makineleriniz var mı?" diye sordu hevesle. Replikasyon makinelerinin olması gerektiğini tahmin ediyordu çünkü bu makineler et de kopyaladıklarından bu güneşsiz dünyada yemeklerini karşılamanın tek yolu bu olmalıydı. Nitekim Uadlir kendisini şaşırtmayıp kafasını salladı. Tam ağzını açacakken Acju cebinden Nac'in tüfeğini ve kendi özel kılıcını çıkardı, ve gülerek "Merak etmeyin, bende asılları var" dedi. "Işığı görmeye var mısınız?"
***
"Bir geminin havuza düştüğü ve oradan en dibe kadar battığı rapor edildi kralım."
"G'zel. Geminin kalıntılarını buldunuz mu? Kullanabiliriz."
"Hayır kralım, maalesef dördüncü kata düşmüş, aşağılıklar büyük ihtimalle yağmalamışlardır."
"O zaman boşver. Dördüncü kattaki birşeyi almaya tenezzül etmemiz duyulmamalı, anlıyorsun beni değil mi?"
"Pe-ah, efendim, gizli bir operasyon mu talep ediyorsunuz?"
"Gizli değil. Sadece, eh, duyurmayı tercih etmediğimiz bir operasyon."
"Efendim, haddimi aşarak sorabilir miyim, neden gerçekten de tenezzül ediyoruz?"
"Doğru, haddini aşıyorsun. Fakat cevaplayayım sevgili hizmetkarım, çünkü o gemi bir Dhot gemisiydi. Dhotit'le kaplıydı. Ona ihtiyacımız var."
"Anlıyorum efendim."
"Hayır anlayamazsın, fakat ben de anlatamam. Şimdi git, ve bu işi hallet."
"Emredersiniz kralım."
Işık yoktu. Büyük bir kubbe gözüküyordu üstte, simsiya bir kubbe, fakat ışık yoktu. Ne kadar uyuduğunu bilmiyordu, fakat önemli değildi, ayışığı da yoktu. Gözlüğünün kararmış olabileceğini düşündü, fakat elini gözüne götürdüğünde şok oldu, gözlüğü yoktu. Çarpışma sırasında kırılmış mıydı, yoksa gasp mı edilmişti? Neredeydi? Kafasında sorular dönüp dururken, bacağının şakır şakır kanamaya başladığını farketti. Sargısı kopmuştu. Aynı anda savaşta kaybettiği kolu da ağrımaya başladı - öteki koluyla beraber. Öteki kolu yanıklarla doluydu. Çarpışma sırasında olmuş olmalıydı, fakat bunu düşünemiyordu artık. Başı dönüyordu, yere düştü. Yere düşmeden önce gördüğü şey ise onu şoke etmeye ve rüyasında kendisini görmeye zorlamaya yeterliydi. Nac'in soyulmuş ve paslanmış altından bir heykelinden koptuğu açık olan bir kafa...
***
"Tahtayı monte ettiniz mi?"
"Üzgünüm doktor, fakat tahta enfeksiyonu arttırır, yapamam."
"Hımm. Anlıyorum. O zaman demirimiz varsa onu kullanmalıyız."
"Efendim..."
"Ne var? Demirimiz yok mu?"
"Hayır, aksine çok daha dayanıklısı var. Dhotit'imiz var. Bu bir Dhot savaş pilotuymuş ve gemisi Dhotit'le kaplı. Onu söküp koluna takabiliriz."
"Bil-"
"Efendim, zannediyorum kendisi yaşamını gemisine tercih edecektir."
"Bunun ne anlama geldiğini biliyorsun ama değil mi? O artık bir dördüncü."
"Ölü olmasından iyidir efendim."
"Sorduğun kişiye bağlı"
***
Gözlerini açtı ve hızla doğruldu. Sanki henüz yere düşmüş gibiydi. Etrafına çabucak bakınmaya koyuldu, bir hastanedeydi. Kapkaranlıktı fakat gözleri karanlığa alışmıştı. Hatta şaşırtıcı derecede iyi görüyor denebilirdi. Arkasından bir ses gelince irkilmesini engelleyemedi yine de bu. "Merhaba kaptan!" Bu sözü söyleyeni görmek için baktığında tekrar irkildi. Bu sözün sahibi, bembeyaz, solgun bir tene fakat kıpkırmızı gözlere sahip biriydi. Fakat yüzündeki gülücük bu iki öğeyi çok şirin bir şekilde harmanlamıştı. "Biraz şaşırdınız sanırım. Ben Uadlir. Dördüncü kat doktoruyum." Acju şaşırmıştı. "Dördüncü kat mı? O da nedir?" diye sordu. Uadlir gülümseyerek cevap verdi, "Kolunuz çalışıyor mu? Bence önce onu test etsek iyi olacak" Acju bu laf üzerine koluna baktı, ve şaşkınlıktan çığlık atmamak için kendini tutmak zorunda kaldı. Kollarının yerinde bembeyaz çelikten yapılmış iki mekanik kol duruyordu. Biri sadece kaplama gibi gözükmekteydi, öteki kolu ise tamamen mekanik idi. "Be-ben, te-" diye kekeledi Acju fakat Uadlir onu eliyle neşeli bir şekilde durdurdu. "Hiç önemi yok. Fakat o metali nereden aldığımızı duyunca biraz kızabilirsiniz sanıyorum." dedi. Son cümleyi söylerken pişman gözüküyordu. "Geminizi kabuksuz bıraktık maalesef" Acju ilk başta kızacakmış gibi oldu fakat yanan kolunu hatırladı. Kafasını öne eğerek sakince "O zaman burada mahsur kaldım. Staperw değil mi burası?" diye sordu. Uadlir kafasıyla onayladı, "Evet burası Staperw 4.kat. Eskiden orjinal Staperw burasıydı. Fakat üstüne dört kat çıkıldı, ve böylece bir hiyerarşi amaçlandı. Eğer kurallara uyarsak biz de" bunu söylerken parmağıyla yukarıyı işaret etti "ışığı görebiliriz." Acju kafasını öne eğip o meşhur zekasını çalıştırdı. Sessiz iki dakikanın ardından kafasını kaldırıp "Bir isyan başlatmayı hiç düşündünüz mü?" dedi. "Çünkü benim düşündüğüm şey o." Uadlir kafasını hüzünle sağa sola salladı "Hayır maalesef. Bize verilen avlanma silahları ile sadece Fatrd öldürebiliyoruz. O silahların kurşunları Tigil zırhlarına işlemiyor. Yoksa inanın bana denerdik. Yüzümün bembeyaz olması hoşuma giden bir durum değil açıkçası." Acju bunları duyduğunda kendisinden üzülmesini bekleyen Uadlir'i çok şaşırtan bir tepki verdi, sırıttı. "Replikasyon makineleriniz var mı?" diye sordu hevesle. Replikasyon makinelerinin olması gerektiğini tahmin ediyordu çünkü bu makineler et de kopyaladıklarından bu güneşsiz dünyada yemeklerini karşılamanın tek yolu bu olmalıydı. Nitekim Uadlir kendisini şaşırtmayıp kafasını salladı. Tam ağzını açacakken Acju cebinden Nac'in tüfeğini ve kendi özel kılıcını çıkardı, ve gülerek "Merak etmeyin, bende asılları var" dedi. "Işığı görmeye var mısınız?"
***
"Bir geminin havuza düştüğü ve oradan en dibe kadar battığı rapor edildi kralım."
"G'zel. Geminin kalıntılarını buldunuz mu? Kullanabiliriz."
"Hayır kralım, maalesef dördüncü kata düşmüş, aşağılıklar büyük ihtimalle yağmalamışlardır."
"O zaman boşver. Dördüncü kattaki birşeyi almaya tenezzül etmemiz duyulmamalı, anlıyorsun beni değil mi?"
"Pe-ah, efendim, gizli bir operasyon mu talep ediyorsunuz?"
"Gizli değil. Sadece, eh, duyurmayı tercih etmediğimiz bir operasyon."
"Efendim, haddimi aşarak sorabilir miyim, neden gerçekten de tenezzül ediyoruz?"
"Doğru, haddini aşıyorsun. Fakat cevaplayayım sevgili hizmetkarım, çünkü o gemi bir Dhot gemisiydi. Dhotit'le kaplıydı. Ona ihtiyacımız var."
"Anlıyorum efendim."
"Hayır anlayamazsın, fakat ben de anlatamam. Şimdi git, ve bu işi hallet."
"Emredersiniz kralım."
Yorumlar