bulut: "it's a cold and broken hallelujah"

Nehrin bittiği yer. Nehrin bittiği yer hep denizdi... hep deniz olmuştu, hep deniz olacaktı. O denizi görecek kimse kalmayacak bile olsa dünyada, dünya dursa, güneş sönse bile nehrin bittiği yer hep denizdi. Denizin karşısındaydı şimdi o. Nehir boyunca yürümüştü, kanla, gözyaşıyla ve ölümle dolu nehir boyunca. Kıpkırmızı nehir şimdi bitmişti işte, masmavi bir deniz vardı karşısında. Omzuna dökülen saçlarının meltemle hafifçe sallandığını hissetti belli belirsiz, dalga sesini ancak duyabildiğin bir fısıltı gibiydi. Öylece durdu denizin karşısında. Öylece durdu ve dinledi kalan yaşamın fısıltısını. Maviden geliyordu. Mavinin derinliklerinden. Bir an dalmayı ve suyun tüm soğukluğuna, karanlığın tüm bilinmezliğine karşı bir daha çıkmamayı istedi. Dalmadı. Öylece bekledi yanağını okşayan meltemin karşısında. Bir şey olması gerekiyordu sanki. Bir şey eksikti.

Birden, hiç beklemediği bir anda, tüm sessizliği yarıldı bıçak gibi. Bir ses geliyordu onun kulağına, daha önce defalarca duyduğu ve şimdi unuttuğu bir ses. Çıkaramıyordu ne olduğunu, bir mantığa oturtamıyordu dünyasında. Kan doluydu gerçekliği ve duyduğu ses saftı henüz. Tertemizdi kalbi, inancı, çocukluğu. Kafasını çevirdi sesin kaynağını görebilmek için. Kuma sıkışmış bir teyp çalardan geliyordu ses. Bir an tüm dünyanın durduğunu sandı, hiçbir şey olmamıştı, her şey yeniden başlamıştı sanki. Her şey bitsin istiyordu sesi daha net duyabilmek için. Müzik. Dudakları titriyordu duyduğu şeyin güzelliğiyle, elleri ısınmıştı. Üstündeki her şeyi çıkarttı, kanlı üniformasını, mavi tulumunu, künyesini, parçalanmış ayakkabılarını, ıslanmış çoraplarını. Çırılçıplaktı şimdi. Teybe yürüdü yavaşça. Bir sonraki adımı müziği bitirecekmiş gibi korkuyordu şimdi. Biraz daha yaklaştı sözleri duyabilmek için. Sakin, dağınık bir gitar çalıyordu şarkıda, şarkıyı söyleyen adamın yumuşak, yorgun bir sesi vardı. Sözlere odaklandı yüzünü buruşturarak, ne dediklerini anlamak istiyordu.

Maybe there's a God above / But all I've ever learned from love / Was how to shoot somebody who out drew ya / And it's not a cry that you hear at night / It's not somebody who's seen the light / It's a cold and broken hallelujah

Şarkının son dizeleriydi bunlar. Yorgun sesli adam sakin bir şekilde bitirdi şarkısını. Teyp çalar sustu, sadece denizin ve o vardı şimdi. Ruhunu vücudunun içinde hissederek durdu ayaklarını yakan kumun üzerinde. Yanında uzanan yanmış orman yalnızdı, ayaklarının altından kayan kumsal yalnızdı, denizde ölen nehir bile yalnızdı bu ölüm dünyasında. Oradaki her ceset yalnızdı, kol kola ölenler de, beyni nehre dökülen güvercinler de. Yalnızlık yaşamın olduğu kadar ölümün de mecburiyetiydi ve ölüme mecburdu tüm dünya. O değildi. Kendi yarattığı şeyleri paylaşabilecekler ölmüştü meteorların dumanlarıyla. Bir espriyi asla paylaşamayacaktı şimdi onlarla, bir film hakkında düşüncesini, bir yıldızın ne kadar güzel gözüktüğüne dair okuduğu bir şiiri. Ama kendini paylaşabileceği bir şey vardı hala. Asla ölmeyecek, asla öldürmeyecek bir arkadaş ve asla ölmeyecek, asla öldürmeyecek bir tanrı.

Yüzünü maviliğe çevirdi sakince. Ayın karanlığında yalnız kaldığından beri ilk defa gülümsüyordu. Yavaşça denize yürümeye başladı ve denizin dibinde, normal insanların nefes alamayacağı yerlerde kaybolana kadar da durmadı. Soğuk ve kırık bir şükrandı deniz. Bunu kemiklerinde hissediyordu.

Yorumlar

Popüler Yayınlar