Bir: Gece

Kafasını kaldırıp son bir kez baktı önündeki bitmeyen adam seline. Yavaşça nefes alıyorlardı, korkarak ve bir sonraki adımın getireceklerini görmekten azat edilmeyi dileyerek. Yerin sallandığını hissedebiliyordu. Ayaklarının altındaki toprağın sarsıntısını bütün vücudunda hissediyordu. Kılıçların şakırtısını ve savaş çığlıklarının havayı yırtışını. Hepsini bütün zerrelerinde hissedebiliyordu, korkuyordu çünkü. Bundan utanıyordu ama korkuyordu. Hayatında birşeyler yerinden oynamış gibiydi, yıllardır sıkı sıkıya bağlandığı prensipleri onu bu an yalnız bırakıyordu. Korkmaktan utanmalıydı, oysa ki o titremek üzereydi. Üzerindeki mavi çelik zırh, rüzgar vurdukça aşılması daha kolay bir kalkan halini alıyordu, ah hemen onu atıp kaçabilseydi...

Ama yapamazdı. Gözlerine, önündeki ordudan sadece en öndekilerin görebildiği ve korktuğu bir parıltı geldi. Kırlaşmış, fakat dökülmemiş gür ve kısa saçları yavaşça dalgalanıyor, esmer tenindeki ter damlaları rüzgarla bir bir dökülüyordu. Mavi gözleri delici bir şekilde önünde, ondan birşeyler bekleyen askerlere baktı. Ne yapması gerektiğini biliyordu, ne zaman topluma ayak uyduramadığını hissetse, ne zaman değer denen cansız sınırların onun özgürlüğünü ihlal ettiğini farketse ve birşeyler yapması gerekse yaptığı şeyi.

Rol yapacaktı.

"Askerler!" diye bağırdı, sanki rüzgar bile durmuştu. "Princor'un askerleri! Korkuyorsunuz. Korktuğunuzu biliyorsunuz ve bundan utanıyorsunuz. Size korkmayın diyemem, size yalan da söyleyemem. O yüzden açık konuşacağım. Öleceksiniz." deyip bir dakika sessiz kaldı. Askerlerin bunu sindirmesini istiyordu. "Evet öleceksiniz. Bundan korkuyor musunuz?" diye sordu, birkaç nefes dışında bir cevap almadı. "Biz neyiz? Karanlık bizi doğurur, karanlık korkumuzdur ya da bizim sığınağımız... Ve nihayette, nihai zamanda, karanlık bizi geri alır. O zaman biz karanlık değiliz de neyiz?" yine birkaç saniye duraksadı, söylediklerinin etki bırakmasını istiyordu. "Karanlığın bizi bir nedenle doğurduğunu ve bir nedenle de aldığına inanıyorum. Ve yanılmayın, bizi almaya gelen ve yeri titreten karanlığın ta kendisi. Karanlık bizi almaya geliyor, ve biz, ona görevimizi tamamlamış bir biçimde gideceğiz. O bizden bunu bekliyor. Bize düşen ise, görevimizin ne olduğuna karar vermek. Onların gelip şehri bizi katlederek almasını beklemek mi?..." tekrar duraksadı. Rüzgar artık daha şiddetli esiyordu ve güneş batmak üzereydi. Karanlık çökmek üzereydi. "Yoksa gelen yaratıklara önemli olan tek birşeyi hatırlatmak mı?"

Yer sallanıyordu ve karanlık geliyordu. Etrafına son bir kez baktı ve konuştu:

"Biz Princor'un askerleriyiz."

Yorumlar

Popüler Yayınlar