Lupus: Doğum

18.03.2011 - Zincirlikuyu Mezarlığı - Zincirlikuyu - İstanbul

Sirenleri gecenin sessizliğini delen mavi-beyaz bir polis arabası, sirenlerinin ima ettiğinin aksine sakince kırmızı bir dört kapılı arabaya yaklaşıyordu. Kırmızı arabanın sahibi, sarhoş olduğuna bariz bir kanıt olarak yalpalamaya başladı, durmaya çalışıyor gibiydi. Polis, sakince, megafondan bir uyarı daha yaparak kırmızı aracın sürücüsüne arabayı kenara çekmesini söyledi, sesinden bulunduğu durumdan keyif almadığı anlaşılıyordu. Mezarlık devriyesini kimse sevmezdi, hele ki bir gün bir memur ölüleri yerinden çıkarıp onlarla cinsel ilişkiye giren birini yakaladıktan sonra. Her türlü pislik, mezarlık devriyesindekilere kasten orada bekler gibi gelirdi polislere ve bu memurda farklı hissetmiyordu. Bu yüzden sürücü kenara çekince ilk önce şaşırdı. Fakat hemen durumu anladı, aracın içinden fırlayan, arabanın rengine denk bir kırmızı tişört ve kot pantolon giymiş, uzun boylu bir adam, mezarlığa doğru kaçmaya başladı. Memur bunun iki şeye işaret ettiğini biliyordu, ya adam düşünemeyecek denli sarhoştu, ya da arabada beraber yakalanmak istemediği bir şey vardı. Her ne olursa olsun, polis memuru bu adamı takip etmeye karar vermişti, ortağına bagaja bakmasını emrederek adamın peşinden koşmaya başladı.

***

Kırmızı tişörtlü, uzun bir adam, mezarlıkların arasında, mezar taşlarına çarpmamak için gözlerini dört açmış, hızlıca koşuyordu. Favorilerinden ağzına çember şeklinde inen ve bütün suratını kaplayan bir sakalı, bir kurdu andıran dağınık ve diken diken, rüzgarın hafif vuruşlarıyla dalgalanan saçları vardı. İsmi Ali Kanat'tı, ve o gece içtiği rakıları hatırlayamıyordu. Doğum günü olduğundan emindi fakat arabaya nasıl bindiği konusu gibi daha vahim konularda bir fikri yoktu, polis arabasının sirenleri onu kendine getirmiş ve mezarlığa kadar araba sürdüğünü farkettirmişti. Panik halinde arabadan inmiş ve kaçmaya başlamıştı, nereye kaçacağını bilmiyordu. Karanlıkta--

Bir an tok bir inleme sesi geldi, adımını yanlış atıp bir çukura düşmüş gibiydi. Fakat çukur dikey değil, aksine bir merdivenle inilen bir mağaraydı. Polisin geldiğini duyup bir an tereddütte kaldı, fakat hemen sonra saklanacak bir yer buldu, mükemmel büyüklükte bir taş. Bunu daha önce niye farketmediğini merak ederek, fakat şikayet etmeyerek, taşın arkasına girdi. Polisin geçip gittiğini duydu, çukuru farkedecekler diye ödü kopuyordu çünkü. Kafasını kaldırdığında, muazzam bir şok geçirerek, korkusunun yersiz olduğunu gördü, merdivenlerin ucundaki büyük açıklık, mağaranın ağzı, basitçe, mağarayı tamamen karanlığa gömerek kaybolmuştu.

Yerinde, yıllardır oradaymış gibi gözüken toprak parçaları vardı şimdi. Her yönüyle ayıldığını hisseden Ali hızlıca koşup toprağı kazmaya çalıştı, fakat yere attığı yer toprak aynen çukurun ağzına geri dönüyor gibiydi. Korkudan sesini çıkaramayarak, panikle geriledi. Gözünü toprak parçasından alamıyor gibiydi. Bir süre sonra dönüp etrafındaki duvarlara bakabildi, duvarlar pürüzsüz ve simsiyahtı, sanki üzerlerinde toz yokmuş gibi. Elini bir duvara sürtünce, pürüzsüz olduklarına dair ilk izlenimlerinin yanlış olduğunu gördü, duvarın üstünde kabartmalar vardı. Biraz dikkatli inceleyince bunların kurt başları olduğunu farketti. Bir sürü farklı şekilde kurt başları: kulakları dikik ve dudaklarını geriye itecek denli ağzını açmış ve tehditkar bir şekilde dişlerini çıkarmış, kulakları kafaya doğru çekilmiş, gözleri kısık veya basitçe bir noktaya bakan çeşidinden. Merakına yenilen Ali, ilerlemek için içerisinde inanılmaz bir istek duydu, kafasındaki küçük muhalif bir taraf bunu yapmamasını telkin ederken hem de. Koridorda biraz ilerleyince bir dik dönüş ile karşılaştı. Döndüğünde, karşısında uzun süre unutamayacağı bir görüntüyle karşılaştı, duvarın simsiyahlığına sahip, fakat duvarın aksine parlayan, duvarla arasında ufak bir çizgiden başka birşey bulunmayan bir kapı. Kapıya doğru hamle etti, kapıyı açmak istiyordu, gözüne şimdi ufak ve yuvarlak bir kapı kolu çarpmıştı. Fakat kafasındaki muhalif ses, ona vazgeçmesi için bir sebep sununca vazgeçti: korku. Elini yavaşça geri çekmeye başladı, fakat hala eli kapı kolu hizasındayken arkasından gelen bir kurt sesiyle irkilip sendeledi. Eli istemsizce tutunmak için kapı koluna gitti, sendeleyen vücudu kapıya yüklendi, ve kapı, Ali'yi bayıltacak denli parlak yeşil bir ışık saçarak açıldı.

***

29.05.2012 - Hürriyet Caddesi - Dikmen - Ankara

Bir gazete parçası, hafif hafif esen sabah rüzgarında savrularak, bir sokak arasında yerde yatan kaslı ve uzun adamın üstüne kondu. Adam, gözlerini açmasına rağmen, uyanma sebebinin bu olmadığını teyit edercesine tepki vermedi. Gözlerini tamamen aralayıp, nerede olduğuna bakındı. Kollarında yırtık kırmızı bir tişört vardı, fakat göğüs kısmı tamamen yitmiş gibiydi. Pantolonu ise zor dayandığının kanıtı olarak titriyordu. En son hatırladığı yeşil bir ışıktı, fakat ne buraya geliş sebebini, ne de nerede olduğunu biliyordu. Üstündeki gazete parçasını alıp göz gezdirmeye karar verdi. Gazeteyi eline alıp sırtüstü dönerek okumaya başladı. İlk sayfada sürmanşetten verilen haber, onu oturacak şekilde dikeltmeye yetti. "Ali Kanat vakası düşürülüyor. Polis memuru zaman aşımından ve delil yetersizliğinden serbest bırakıldı." Ve 'kayboluşunun birinci yılında ölen annesi tanıklık yapamayınca' diye devam eden bir makale. Adam etrafına baktı. Sonra da, korkarak, kendine. Normalde olduğundan çok daha kaslıydı, elini suratına götürünce saçının ve sakalının daha diken diken olduğunu farketti, böyle birşey mümkünse eğer. Hemen yanındaki bir su birikintisine baktı, burnu suratına yaklaşmış, ve gözlerinin akı sararmıştı. Kulaklarının ucu sivrileşmiş, kulakları komple kafasından ayrılmış, dik bir şekilde duruyorlardı. Ellerine baktı, ellerinin ucunda bir kızarıklık olduğunu keşfetti. Ne olduğunu merak etmeyi sonraya bırakarak gazeteye uzandı, fakat gazete uçmak üzereydi. Eğer kendinde gücü bulabilseydi biraz daha uzanırdı, fakat şimdi deli gibi yorgundu. Gazete tam uçmak üzereyken, ne yaptığını bilmeden, pençelerini çıkartıp gazeteyi bir ucundan yere sabitledi. Şok içinde gazeteyi, yeri kazıyarak kendine doğru çekti, yeri kazırken hiçbir zorluk çekmeden hem de. Gazeteyi kaldırıp tarihine baktı, ve tarihin hemen yanında Ankara'lılara özel bir kampanya haberi. Bu, onu hem şaşırttı (Ankara'ya nasıl gelmişti ki?) hem de sevindirdi. Sevindirmişti, çünkü Ankara Üniversitesinde asistanlık yapan bir biyolog arkadaşı vardı, belki ona yardım edebilirdi. Nerede olduğunu bilmese de, sabahın yeni doğuyor oluşuna şükretti, kimse görmeden yönünü bulabilirdi. Tüm gücünü kullanarak ayağa kalktı ve caddeye çıkıp güneşi aradı. Doğu'nun nerede olduğunu gördükten sonra, kaderine doğru hızlıca koşmaya başladı: Bir kurt gibi.

Yorumlar

Popüler Yayınlar