Êlegon Bölüm İki: Hizmetkarın Planları

Êlegon ayağa kalktı. Neden düştüğünü bilmiyordu, fakat güçlerini hissedebiliyordu. Hafızası yok gibiydi, sadece tek birşeyi hatırlıyordu, görevini. Görevini düşünmeye korkuyordu. Planlaması için düşünmek istiyordu, fakat düşünürse bunu ifşa edeceğinden, ve daha da kötüsü vazgeçeceğinden korkuyordu. Hem öte yandan, planlara ihtiyacı yokmuş gibi hissediyordu. Hiçbir şeye ihtiyacı yokmuş gibi hissediyordu.

"Kumandan?" diye bir ses duydu arkasından. Kumandan olduğunu biliyordu. Döndü. Genç bir asker ona sesleniyordu, askerin üstünde simsiyah bir zırh vardı, ve göğüs kısmının üzerinde büyük bir çizgi vardı, dümdüz ve pürüzsüz bir çizgi. Êlegon çizgiye baktı, bütün anlamını biliyordu. "İyi misiniz Kumandanım?" diye devam etti endişelenmiş çocuk. Yirmili yaşlarında gözüküyordu. Fakat yine de, suratında savaşa ve ölmeye hazır bir ifadeyle, sadece gözlerindeki hafif endişeye hakim olamayarak, kumandanına bakıyordu. Yerden şimdi kalkmış kumandanına.

Çünkü kumandanı farklı gözüküyordu. Simsiyah miğferinin üstündeki simsiyah tüyler rüzgarla hafifçe dalgalanıyor, aynı rüzgar göğsündeki çizgiyi hafifçe okşuyordu. Bir baba gibi, Êlegon'a nasihat veren bir baba gibi. Êlegon, gence dönüp "İsmin ne?" diye sordu. Bu sorudan bir an irkilen asker, "Manokles." dedi. Êlegon istifini bozmayıp, "Neredeyiz?" diye sordu, aynı tonla. Fakat nerede olduğunu rüzgar söylemişti, Yeraltı'nın tam üstünde, Gök Baba'nın tam altında, geçiş noktasında. Genç ona bakıp, hafif şaşırmış bir edayla "Atina yakınları efendim. Emrettiğiniz gibi." dedi. Êlegon, ayaklarına ve ayaklarının bastığı yere baktı. Plan yaparak. Düşünerek ve ifşa ederek. Tek şansı olduğunu biliyordu, tek bir deneme şansı. Ve o an rüzgar kesildi.

***

Karanlık bir dehlizde ilerliyordu. Etrafı cıvık maddelerle doluydu, duvarlar gözünün önünde eriyor fakat kendini yeniden yaratıyor gibiydi. Umursamadan, gözleri gitmesi gereken yerde kilitlenmiş, ilerlemeye devam etti. Zaman zaman üzerine yapışan erimiş iskeletleri silmek için duruyordu, zırhı artık beyazlamıştı. Düşünceleri ise ordusuna odaklanmıştı. O gün, oradaki gençten yirmi dört milyonluk bir ordusu olduğunu öğrenmişti. Yirmi dört milyon, kimsenin görmediği bir rakamdı. Nereden geldiğini bilmiyordu, fakat mükemmel bir ölüm makinesi oldukları kesindi. Fakat o, onları hiç böyle görmemişti. Ona göre şimdi dörde bölünmüş, Atina, İskenderiye, Sparta ve Corinth'e gidenler ölüm makineleri vazifesi görebilecek de olsalar, sadece yemlerdi. Amaçları ölümle sağlanamazdı, fakat ölüm kullanılabilinirdi.

Amaçları Tanrıların güçleriyle sağlanacaktı, yerin dibine girme gücünü kullanmıştı. Yeraltı Ülkesine, ölülerin diyarına, Hades’in mekânına girmişti. Bunları düşünürken durdu. Burası olduğunu biliyordu. Tam o anda, durduğu nokta birden sonsuz gözüken bir tavana doğru yükselmeye başladı. Ruhlar etrafında bir spiral oluşturdular. Görüşünü tamamen kapatana kadar döndüler ve tam Êlegon hamle yapacakken açıldılar. Tam karşısında kapkara derili, yarı ruh yarı insan formunda, kısa beyaz saçları kıpkırmızı gözleriye tezat oluşturan biri duruyordu. "Merhaba Hades." dedi Êlegon. "Seni öldürmeye geldim.". Bunları söylerken hiç tereddüt etmedi, hiç duraksamadı. Hades sinirle "Evet." dedi "Evet bunu görebiliyorum. Ve sen, sana verilen görevi böylece ihlal ediyorsun. Ve sen, günahkâr, seni öldürmem için bana sebep veriyorsun. Evet, ölümlü evet, beni öldürmeye gelmeni bekliyordum bile diyebilirim." Êlegon gülümseyerek kılıcını çekti. Daha kılıcını omuz hizasına çekmeden, beklediği saldırı geldi. Hades bütün haşmetiyle ona, emrindeki ölülerle saldırdı. Ve tam Êlegon endişelenmeye başlayacakken, beklediği savunma da geldi, saldırı ona vurmadan, yukarıdan altın rengi bir ışık bloğu tam Êlegon'un önünde durup saldırıyı savuşturdu. Sonra bir çift kol onu yakalayıp yukarı çıkardı, günışığının ölümcül olduğu Hades'in uşaklarından uzağa.

"Sen ne yapmaya çalışıyorsun?" dedi altın rengi ışığın şimdi dönüşmüş olduğu güzel kadın. Êlegon sakinliğini koruyarak "Sen kimsin? Bana yardıma mı geldin? Dişi gibi gözüküyorsun öyle misin?" diye sordu. Kadın, gülümseyerek, "Evet, Tanrıların hizmetkârı. Dişi olabilirim. Şu an, senin için bir dişiyim. Bir sonraki an, bir başkası için Tanrı olacağım, Athena adıma methiyeler düzülecek. Fakat şu an, dedim ya, bir dişiyim." dedi. Ve tam bunu dedikten sonra, kadının yüz ifadesi değişti. Eli göğüslerinin arasındaki hafif boşluğu okşadı, Êlegon'a bakıp hafifçe yutkundu. Eli yavaşça aşağı inerek üzerindeki altın kumaşı tutan ipi çözdü. Çıplaktı artık, şekilli göğüsleri ve mükemmel belinden etkilenmemiş bir Êlegon'a, onun tam aksi bir ifadeyle karşı koyamaz biçimde bakıyordu. Êlegon, kalın ve kuvvetli ellerini kadının beline doladı ve zırhını çıkarmaya başladı.

***

Kadın, yerde basit bir dişi olarak yatıyordu, nüfuz edilmiş ve bir kenara atılmış. Kullanılmış, ve unutulmuş, bir papirüs gibi. Gök tarafından yavaş yavaş yutulmaya başladı kadın, ve önce rahmi öldü, sonra hala atan kalbi göğe karıştı. En son olarak, yenilemez denilen zekasını taşıyan beyni, Athena adına methiyeler düzenlerin kalbine çarpacak bir kara şimşek olarak dönmek üzere bulutların arasında kayboldu. Êlegon, ona az önce sahip olmuş ve onun güçlerini ele geçirmiş olarak, onun gittiği yere baktı. Ona verilen uçma yeteneğini kullandı, ve göğün delindiği yere, Athena'nın ruhunu takip ederek gitti. Bütün kuşları yardımına çağırdı, ve bütün kuşları olmayan cebine koydu. Kimse, o gün, dört şehir yağmalanırken bütün kuşların nereye gittiğini sormadı. Dört şehir düşmek üzereyken kimse kuşları merak etmedi. Hiç etmeyecekler de. Êlegon, göğü deldi, nefesini tuttu, ve göğü seyreden bir deniz gördü. Denizin üstünde Athena'nın ruhuyla yarıştı. Athena'nın, Tanrıların onu beklediği mezarına giden ruhu ile. İkisi de aynı anda, öfkeleri dağları aşmış Tanrıların beklediği taht odasına vardılar ve Êlegon, Athena'nın ruhunun hissettiğinden daha az korku hissediyordu.

Popüler Yayınlar