Êlegon Bölüm Bir: Tahtların İşaretleri

Hava kararmak üzereydi. Üç yıldır yolda olan on altı gemi, yolunun sonuna varmakta olduklarının bilinciyle uyuması mümkün olmayan yüzlerce askeri barındıyordu. Gözcüler, kulenin üstünde olmayanlara uçsuz bucaksız gözüken denizde evlerini ararlarken, gemide bir kamarada bir Poseidon heykeli altında yüksek rütbeli görünen bir adam, zar zor duyulacak denli bir sesle dualar ediyordu. Adamın duaları, önce göz kamaştırıcı bir şimşek, ardından da yüksek bir gök gürültüsü ile kesildi. Adamın kapalı göz kapakları aniden hareket etti, ve ardındaki koyu deniz mavisi gözleri ortaya çıkardı. Adamın dikdörtgen şeklinde küt bir çenesi ve sert hatlara sahip bir suratı vardı. Koyu mavi gözlerinin altı yılların yorgunluğuyla torba torbaydı. Kirli hafif bir sakalı, ve sakalının çevrelediği ince bir ağzı vardı. Burnu kemersiz ve küttü, ve birden çok defa kırılmış gözüküyordu, normal insanların kıramayacağı şekilde. İkinci bir şimşek çaktı. İkinci gök gürültüsünün hemen ardından ise arkasındaki ufak kapıdan bir adam girdi. "Amiral Karkanios! Amiralim!" dedi heyecanla. Genç gözüküyordu, Karkanios ona yavaşça cevap verdiğinde ise heyecanından biraz utanmış gözüktü. "Evet?" "Efendim, ilk şimşek gözcü kulesini düşürdü. İkinci şimşek sırasında ben buraya geliyordum, birşey göremedim, ama yukarıdan çığlıklar duydum." Karkanios bir an endişelenmiş gözüktü. Kafasıyla genç subaya gidelim işareti yaptıktan sonra hızlıca yukarıya çıktılar. Karşılarında, hayallerindeki en kötü olasılıklarla yarışabilecek bir sahne vardı.

İkinci şimşek, görünen o ki, düşen arkadaşlarına bakmak için kenara toplanmış tayfaların altındaki tahtaya isabet etmiş, ve tahtayı güçsüzleştirmişti. Üzerindeki tayfa ağırlıkları ile birleşince, tahta dayanamamış, ve tuzla buz olmuştu, tayfayı denize götürerek. O tarafa toplanmamış birkaç tayfa ise bağırarak denize atlıyordu "BU GEMİ LANETLİ! LANETLİ! Zeus bizi korusun! ZEUS BİZİ KORUSUN!" Karkanios bunun ne kadar aptalca bir hamle olduğunu anlıyordu, fakat aptal insanlara mantık anlatarak Amiral olmamıştı. Yanındaki genç askeri iteleyerek kamaraya geri dönmeyi işaret etti. Merdivenlerden inmeden, suyun geçirgeniği sayesinde on metre ötelerindeki şimşekten yanan askerlerin çığlıklarını duyup sinirlendi.

Kamarasının kapısına eli giderken bir ses duyduğunu sandı, kendi ismini haykıran bir ses, bir kadın sesi. Etrafına dönüp baktı, bir ses duymasının imkansız olduğunu bildiği halde. Genç asker onun bu davranışlarından hiçbirşey anlamıyormuş gibi endişe ve korkuyla bakıyordu. Karkanios sesi boşverip kapıya tam uzanacaktı ki, üçüncü bir şimşeğin geldiğini kamarasının kapısındaki ufak yuvarlak pencereden gördü, ve hemen ardından genç askere kulağını kapatmasını söyleyip aynısın kendi de uyguladı. Gök gürültüsü dindiğinde, kapıyı açma cesaretini gösterdi. Poseidon heykelini gözü arandı, yerdeydi, kafası kopmuştu. Şimşek oraya gelmiş olmalıydı. Genç asker, aniden, yere kapaklandı ve Poseidon'a özür dualarını sunmaya başladı. Karkanios ise şok olmuştu. Bu bir işaretti. Bu bir işaret olmalıydı. Amiral Karkanios, bu bir işaretse eğer, ömründe tek korktuğu şeyle karşı karşıyaydı.

Tanrıların gazabı.

Dördüncü bir şimşek, az önce geldikleri koridora, üzerindeki tavanı yıkarak indi. Etrafı bembeyaz bir ışık kapladı. Karkanios vücudunun yere çarptığını hissetti, fakat sonrasını hiçbir zaman hatırlayamadı.

***

Yavaşça kafasını kaldırdı. Yuvarlak bir meydandaydı, etrafındaki altın tahtları hayal meyal görebiliyordu. Ellerini kullanarak kendini yerden itti, yer tuhaf bir şekilde yumuşak geliyordu, sanki bir yastık gibi. Ayağa kalkar kalkmaz etrafındaki taş tahtlar doldu. Oturanların hepsi farklı kıyafetler içindeydi, hiçbirini daha önce görmemiş olmasına rağmen onları, onların önünde diz çökecek kadar tanıyordu: Tanrılar.

Gözleri ilk önce tam karşısındaki, küçük ve şekilli göğüslerine düşen koyu turuncu saçlı, beline bağladığı ince, yeşil ipekten ufak bir çamaşırdan başka hiçbirşey giymeyen Aphrodite'e takıldı. İçinin eridiğini hissetti, Aphrodite, oradaki diğer Tanrılar gibi hiçbirşey demeden gülümsüyordu. Tanrılar, ona durumu hazmetmesi için biraz zaman tanıdılar. Aphrodite'in sol tarafında, omzunda baykuşu, elinde altın mızrağı ile Athena duruyordu. Kafasında uzun, altından bir başlık vardı, ve vücudu altın rengi bir eşarp ile örtülüydü. Omzundaki baykuş bile Karkanios’u bekliyor gibiydi. Karkanios onun mızrağındaki tahtanın zeytin ağacından yapılma olduğunu farketti. Hemen solunda uzun boylu Apollo vardı. Çok uzun boyluydu, ve derisi tamamen insandışı bir şekilde altın renginde parlıyordu. Üzerinde güneş gibi parlayan bir kumaştan yapılma bir elbise vardı, o da diğer Tanrılar gibi yavaşça gülümsüyordu. Sırtındaki altın oklar ve yay taş tahtla sırtının arasında sıkışmıştı. Karkanios'un gözleri sol tarafa kaydı hızla. Apollo'nun sol tarafında ikiz kızkardeşi Artemis vardı. Kafasının üstünde topuz yaptığı kızıl saçları tek tük yüzüne düşüyordu. Suratında Aphrodite'inkinin aksine daha sert bir ifade vardı, fakat o da gülümsüyordu, ve Karkanios yine, Aphrodite'e baktığı zamanki kadar olmasa da, içinin eridiğini hissetti. Üzerinde vücut hatlarını ortaya çıkaran geyik derisine benzeyen bir deriden bir kıyafet vardı, sol el ve bileği dışında bu kıyafet vücudunun her tarafını örtüyordu. Tahtının yanında bir ok çantası, bir yay, ve uysalca yere yatmış asil görünümlü altın bir geyik vardı. Artemis'in solunda ise Hera, Tanrı'ların Kraliçesi, haşmetle duruyordu. Tahtların oluşturduğu mükemmel çemberde tam karşısına gelen tahtta kocası Zeus vardı. İkisi de masmavi bir elbise giymişlerdi, ipekten yapılmışa benzeyen bir elbise. Hera elinde bir asa tutuyordu, simsiyah ve upuzun saçları, rüzgarda hafif hafif dalgalanırken, Karkanios içinin titrediğini hissetti. Hera, arada kocasına bakışlar atıyor, ve gülümsüyordu. Zeus ise, bembeyaz sakalları ve saçları arasından tebessüm ediyordu. Zeus ile Hera'nın tam ortasında, Aphrodite'in ise tam karşısındaki tahtta ise Karkanios'un en saygı duyduğu Tanrı, Poseidon oturmaktaydı. Elinde üç uçlu mızrağı, kafasında altından tacı, uçuşan mavi-beyaz saç ve sakalları arasından Karkanios'a büyük bir gururla bakıyor ve gülümsüyordu. Zeus'un solunda, Hades oturmaktaydı. Kapkaranlık bir derisi vardı, gülümsemiyordu. Beyaz, kısa saçları ve kıpkırmızı gözleri, Karkanios'u korkutacak denli kızgın bakıyordu. Karkanios hemen ondan bakışlarını kaçırıp onun solundaki Hermes'e baktı. Hermes'in kısa, sarı saçları, saçlarına taktığı ufak kanatları, ve kırmızı renk, belinden aşağıya sardığı bir ipek külotu vardı. Vücudu yapılıydı, fakat kendisi ufak tefekti. Ayağında da, kafasındaki gibi kanatlar vardı, ve Karkanios onun belinde bir hançer olduğunu gördü. Çember tamamlanırken, Aphrodite'in sağındaki Dionysus'u gördü, yanında bir testi içkisi vardı ve muzip muzip gülümsüyordu. Kısa, gri sakalı ve kısa saçları vardı, gözleri masmaviydi ve hoşnut hoşnut Karkanios'u tarıyordu.

"Eğer bize bakıp bizi tanıman bittiyse Karkanios" Karkanios yerinden sıçrayıp arkasında döndü, Zeus konuşuyordu, fakat yerinden sıçraması konuşmasından değil, ona ismiyle hitap etmesindendi. "sana bir görevimiz var. Kabul edecek misin?" Karkanios, Zeus'un cevabı merak etmesine şaşırarak, onayladı. "S-siz ne isterseniz Yüce Zeus." Zeus tebessüm etti. "O zaman," dedi "Hazırlan. Hayatın değişiyor. Seni, dünyaya geri göndereceğiz. Fakat her birimiz," bu noktada Hades'e hafifçe baktı "sana bir güç verecek. Ve zaman zaman fiziksel olarak, her zaman ise kalbinde, yanında olacağız. Aphrodite, sana kendine dişi diyen yaratığa karşı koyamayacağı bir yakışıklılık bahşedecek. Athena, sana kimsede görülmemiş bir zeka verecek. Apollo, seni attığını öldürecek bir okçu yapacak. Artemis, sana hayvanlara istediğini yaptırma yeteneği verecek. Hera, seni, emrindeki askerlerin baba gibi göreceği bir komutan yapacak. Poseidon, sana görülmemiş bir yüzme hızı ve denizde nefes alabilme yeteneği verecek. Ben, sana uçma yeteneği vereceğim. Hades, sana Yeraltı dünyasına girip çıkabilme yeteneği verecek. Hermes sana kimsenin yetişemeyeceği bir hız verecek. Ve son olarak Dionysus, sana bir diplomatın hayallerinde göremeyeceği ikna yetenekleri verecek. Ve emin ol" dedi Zeus "bunların hiçbirini bir seferden fazla kullanamayacaksın." Karkanios, sordu "Peki görevim nedir efendim?" Zeus gülümseyerek cevap verdi "Rüzgarı dinle." ve ekledi "Ah, bir de...artık ismin Karkanios değil. Artık senin ismin...Êlegon. Tanrıların Hizmetkarı." Ve yeni ismiyle, Yüce Êlegon, etrafındaki tahtların yokolduğunu hissetti. Bir daha da Tanrıların simalarını, sonraki sefere dek hatırlamadı.

Yorumlar

Popüler Yayınlar